Mitoloji sevenler buraya! "Türk Mitoloji ve Destanlarında Tanrılar" çıktı!
SATIN AL
Öne Çıkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öne Çıkan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2024'te İzleyebileceğiniz Kitap Uyarlaması Filmler

Hiç yorum yok

24 Ekim 2024

Son zamanlarda kitapların beyaz perdeye uyarlanması, hem edebiyat tutkunları hem de sinema meraklıları için heyecan verici bir gelişme haline geldi. Tanıdık hikayeler, yeni bir bakış açısıyla izleyicilere sunuluyor. Edward Ashton’ın Mickey 17’sinden Colleen Hoover’ın It Ends With Us’una kadar birbirinden ilginç uyarlamalar, 2024’te bizi bekliyor. Bu filmlerin bazıları hali hazırda vizyona girmiş olsa da bazıları hale çekim sürecinde ve 2024'te yayınlanıp yayınlanmayacakları kesin değil. 

Mickey 17

Edward Ashton'ın Mickey 17 adlı romanında, Mickey genellikle tehlikeli uzay görevlerine gönderilen ve her öldüğünde yeniden üretilen bir klondur. Ancak yedinci versiyon olan Mickey7, bu döngüyü kırmaya ve işler üzerinde kontrol sahibi olmaya karar verir. Bu sürükleyici hikayeden uyarlanan Mickey 17 filminde Robert Pattinson, Toni Collette ve Mark Ruffalo başrolleri paylaşıyor. Filmin önümüzdeki yılın başlarında vizyona girmesi bekleniyor ve bilim kurgu severler için büyük bir merak konusu.

Wicked


Gregory Maguire'in Wicked Witch of the West adlı kitabından uyarlanan Wicked, bu kez sinema dünyasında yeniden hayat buluyor. Başrollerde Cynthia Erivo, Ariana Grande ve Michelle Yeoh'un yer aldığı film, bu yılın merakla beklenen filmleri arasında.

It Ends With Us

Colleen Hoover'ın ödüllü romanı It Ends With Us, bir kadının eski sevgilisinin geri dönmesiyle tehdit altına giren aşk hikayesini anlatıyor. Blake Lively'nin başrolde yer aldığı bu romanın film uyarlaması, Ağustos ayında izleyicilerle buluştu. 

Harold and the Purple Crayon

Zachary Levi, Zooey Deschanel ve Lil Rel Howery gibi oyuncuları kadrosunda bulunduran ve Harold and the Purple Crayon kitabından uyarlanan film, bu yıl vizyona girdi. Zorlu bir üretim sürecinin ardından izleyicilerle buluşan film, ne yazık ki gişede beklenen başarıyı yakalayamadı.  

Uglies

Scott Westerfeld'in Uglies serisi, distopik bir dünyada geçen etkileyici bir gençlik hikayesi sunuyor. Netflix’te Eylül ayında yayınlanan film uyarlamasında, Joey King ve Laverne Cox gibi büyük isimler başrolleri paylaşıyor. Uglies'in bize sunduğu dünyada herkes 16 yaşına kadar "çirkin" kabul ediliyor. Bu yaştan sonra tören eşliğinde estetik operasyonlarla "güzel" yapılarak tüm fiziksel farklılıklar ortadan kaldırılıyor. 

Eğer film hakkında daha detaylı bir inceleme okumak isterseniz, buradan incelemeye göz atabilirsiniz.

Cold Storage

David Koepp'in Cold Storage adlı romanında, üç sıradışı bireyin, gezegeni tehdit eden ölümcül bir organizmanın yayılmasını durdurmak için güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Gerilim dolu bu hikayenin film uyarlamasında, başrolde Liam Neeson yer alıyor. Filmin önümüzdeki yıl vizyona girmesi bekleniyor ve heyecanla beklenen yapımlar arasında.
 

Rothko

Soyut dışavurumculuğun öncülerinden Mark Rothko'nun ölümünden sonra, eserlerinin vasiyetname uygulayıcıları tarafından değerlerinin çok altında fiyatlara satılması, sanat dünyasında büyük bir tartışmaya yol açtı. Bu olay ve sonrasında patlak veren yasal savaşlar, The Legacy of Mark Rothko adlı kitapta detaylıca ele alınıyor. Kitaptan uyarlanan filmde, Rothko'yu usta oyuncu Russell Crowe canlandırıyor. Crowe'a ek olarak Aaron Taylor-Johnson, Jared Harris ve Michael Stuhlbarg gibi güçlü isimlerden oluşan geniş bir oyuncu kadrosu da filme dahil. Defalarca ertelenen filmin bu yıl vizyona girip girmeyeceği henüz kesinleşmemiş olsa da, Rothko'nun hikayesine ilgi duyan ve biyografi türündeki filmleri seven izleyicilerin merakla bekleyeceği bir yapım olacak. 

Landing on My Feet

Olimpiyat altın madalyalı Kerri Strug'ın otobiyografisi Landing on My Feet: A Diary of Dreams, Olivia Wilde'ın yönetmenliğinde Perfect adlı bir film olarak beyaz perdeye uyarlanıyor. Film, Strug'ın kariyerini ve unutulmaz başarı hikayesini konu alacak. Şu anda yapım ön hazırlık aşamasında olduğundan, henüz bir prömiyer tarihi açıklanmadı, ancak proje spor ve biyografi severler arasında büyük merak uyandırıyor.
 

The Amateur

Robert Littell'in romanı "The Amateur," karısının Londra'daki bir terör saldırısında trajik bir şekilde hayatını kaybetmesinin ardından, intikam arayışına giren bir CIA kriptografının hikayesini anlatıyor. Üstlerinden saldırının sorumlularını takip etmelerini talep eder, ancak iç önceliklerinden dolayı harekete geçmeyeceklerini anladığında, kendi adaletini sağlamak için teşkilata şantaj yaparak kendini eğitmelerini sağlar ve intikamını almak için yola koyulur. Daha önce 1981'de bir filme uyarlanan kitap, Rami Malek ve Rachel Brosnahan'ın başrollerini paylaştığı yeni bir filmle yeniden ele alınıyor.

The Substance (2024) Film İncelemesi

Hiç yorum yok

19 Ekim 2024

 The Substance (2024), body horror türünü seven izleyiciler için sarsıcı bir deneyim sunan bir yapım. Yönetmenliğini Coralie Fargeat'in üstlendiği film, yaşlanma korkusu, kimlik krizi ve eğlence sektöründe yer edinme mücadelesi gibi temaları derinlemesine işlerken, aynı zamanda bu konuları rahatsız edici bir biçimde ve mide bulandırıcı derecede ayrıntılı sahnelerle işliyor. Başrollerde Demi Moore ve Margaret Qualley gibi isimlerin yer aldığı film, sadece korkutucu ve tedirgin edici sahneleriyle değil, aynı zamanda toplumsal eleştirileriyle de dikkat çekiyor. Moore’un canlandırdığı Elizabeth Sparkle, gençliğini ve eski ihtişamını geri kazanmak isteyen bir oyuncu. Sparkle bunları kazanmak için başvurduğu bir yöntemle, modern dünyanın güzellik ve şöhret takıntısını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.

The Substance, Elizabeth Sparkle’ın düşüşe geçmiş kariyeri ve yaşlanmaya karşı verdiği savaşı temel alarak başlıyor. Yaşlanmış ve eski popülerliğini kaybetmiş olan Elizabeth, kariyerini ve hayatını geri kazanmak için son bir çare arayışına giriyor. Bu noktada filmde "The Substance" adı verilen gizemli bir madde devreye giriyor. Fakat Elizabeth, bu maddeyi kullanarak kendini gençleştirmiyor. Onun yerine kendinin Sue adını verdiği genç ve kusursuz bir versiyonunu yaratıyor. Margaret Qualley’nin canlandırdığı Sue, Elizabeth’in gençliğinin bir temsili olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu beden Elizabeth ile aynı anda var olmuyor. Filmde de sıklıkla belirtildiği gibi bu kişiler ayrı kişiler değil. Tek bir kişi. Bu yüzden aynı anda var olamıyorlar, yedi günlük döngülerle hayat yaşamaya başlıyorlar. Bu da bir süre sonra Elizabeth’in arka plana itildiği ve bu yeni benliğiyle dönüşümlü olarak yaşamak zorunda kaldığı bir düzen başlatıyor.

Film, bir yandan yaşlanma korkusunu ve gençlik takıntısını işlerken, diğer yandan da eğlence sektörünün acımasız doğasını gözler önüne seriyor. Elizabeth, genç ve güzelliği sayesinde Sue’nun kazandığı başarı ve gençlikle baş edemiyor.. Sue’nun hızla ünlü olması, Elizabeth'in özlemini duyduğu hayatı onun gözleri önünde yaşaması, Elizabeth’in duygusal çöküşüne yol açan olayları başlatıyor. 

İlk yarıda etkileyici ve şok edici olan body horror unsurları, film ilerledikçe giderek artan bir yoğunluk kazanıyor. Özellikle Elizabeth'in bedeninin yavaş yavaş çöküşü ve Sue'nun bedenini kontrol etme arzusu, hem fiziksel hem de psikolojik bir gerilim yaratıyor. Ancak bu yoğunluk, filmin ikinci yarısında -en azından bende- yorucu bir hale gelmeye başladı. İlk başlarda heyecan verici olan bu grotesk sahneler, film ilerledikçe çok sık tekrar edildiği için bence izleyici üzerinde aynı etkiyi yaratmamaya başlayabilir. Sonlara doğru film, rahatsız edici unsurları birbiri ardına sıralıyor.

Margaret Qualley ve Demi Moore'un performansları, filmin en güçlü yanlarından biri. Özellikle Qualley'nin Sue olarak ortaya çıkışı, filmin enerjisini bir anda yükseltiyor. Sue'nun sahnelerinde göz kamaştıran bir performans sergileyen Qualley, filmin estetik açıdan da en parlak anlarını yaratıyor. 

Filmin alt metni oldukça zengin. Basitçe anlatmak gerekirse, kadınların yaşlandıkça değersiz görülmesi ve bu algıyı aşmak için kendilerini bir canavara dönüştürme pahasına yaşlanmayı durdurmaya çalışmaları gibi bir tema işleniyor.

Ancak bu mesaja dair iki eleştirim var. İlk olarak, bu konunun tüm ayrıcalıklara sahip bir Hollywood yıldızı etrafında ele alınması, mesajın derinliğini ve etkisini ciddi şekilde azaltıyor. Çünkü kadınların, yaşlandıktan sonra toplum tarafından dışlanması sorunu, modern toplumun en üst kademesinde yaşayan Hollywood aktrislerinden çok, orta sınıf kadınları daha fazla etkiliyor. Bu nedenle, bu tarz bir konu, bizim gibi sıradan insanlar için çok daha etkileyici olabilirdi.

İkinci eleştirim, hem ilk eleştirimin devamı niteliğinde hem de daha genel bir eleştiri. Orta sınıf kadınları üzerinden düşünecek olursak, evet, bu kadınlar hayatlarını tamamen güzellikleri üzerine kurmuyorlar. Kendilerini hem kişisel olarak hem de mesleklerinin gerektirdiği ölçüde geliştirmeleri büyük önem taşıyor. Ancak aynı durum kadın oyuncular için de geçerli değil mi? Nicole Kidman, Helena Bonham Carter, Salma Hayek, Sandra Bullock, Laura Linney, Jodie Foster, Julianne Moore, Emma Thompson, Jamie Lee Curtis gibi birçok 50’lerini geçmiş kadın oyuncu, istedikleri yaşa kadar başarılı şekilde oyunculuk yapabiliyor.

Ancak güzellikleriyle öne çıkan oyuncuların yaşlandıklarında yerlerinin doldurulacağı gerçeği, hem erkek hem de kadın oyuncular için geçerli. Bu durumun kadınlar açısından daha önemli olduğunu inkar etmiyorum. Fakat gençliklerinde bu durumu önlemeye çalışmak, kadın oyuncuların kendi ellerinde değil mi? İlk eleştirimin bu noktada devreye girdiğini tekrar hatırlatmak istiyorum. Kadınların yaşlanınca emekli edilmesi ve değersizleştirilmesi, ünlülerden çok toplumun genelindeki kadınların yaşadığı bir problem. Yönetmenin de bu sorunun farkında olduğunu düşünüyorum, çünkü filmde Elizabeth Sparkle’ı ödüllü ve başarılı bir oyuncu olarak betimlemiş. Bu nedenle, iyi bir oyuncu olmasına rağmen gözden çıkarılmış.

Sonuç olarak, ikinci eleştirim filmden çok toplumsal bir eleştiri. Ayrıca, toplumun bir ferdi olan ve ünlü olmayan bir kadın yönetmenin bu durumu, sıradan kadınlar üzerinden anlatmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Buna rağmen, The Substance toplumsal eleştirileriyle düşündürmeyi başaran bir yapım. Kadınların yaşlanma korkusuyla başa çıkmak için nasıl fiziksel ve psikolojik yıkıma uğradıklarını gözler önüne sererken, gençliğin ve güzelliğin her şey demek olmadığına dair güçlü bir mesaj veriyor. Ancak bu mesaj, daha geniş bir toplumsal kesimi hedef alsaydı, daha etkili olabilirdi. 

Filmin teknik açıdan da oldukça başarılı olduğunu belirtmek gerek. Sinematografi, özellikle Sue'nun gençliği ve Elizabeth'in yaşlılığı arasındaki zıtlıkları etkili bir şekilde yansıtıyor. Ses tasarımı ise gerilimi artıran unsurlardan biri olarak dikkat çekiyor. Ses efektleri ve sahne geçişleri, filmin atmosferine katkı sağlayarak izleyiciyi ekran başında tutmayı başarıyor. Filmin uzun süresine rağmen, bu teknik başarılar sayesinde izleyici, sahnelere odaklanmaya devam ediyor.

Sonuç olarak The Substance, modern sinemada body horror sevenlerin çok hoşuna gidecek, düşündürücü ve aynı zamanda rahatsız edici bir film. Margaret Qualley ve Demi Moore’un etkileyici performansları, filmin en güçlü yanlarından biri. Ancak filmin toplumsal mesajı, daha geniş bir perspektiften ele alınmış olsaydı, çok daha derin bir etki yaratabilirdi. Yine de, korku severler için unutulmaz sahneler ve etkileyici bir sinematografi sunan bu yapım, türünün öne çıkan filmlerinden biri olmayı başarıyor.

İyi

"The Substance" body horror için unutulmaz sahneler ve etkileyici bir sinematografi sunan, türü seven ve sevmeyen herkesin keyifli vakitler geçireceği bir yapım.

League of Legends, yeni eklenen Gacha sistemi ve 250 dolarlık kostüm ile tepki çekiyor

Hiç yorum yok

17 Ekim 2024

League of Legends'ın yeni kostüm kategorisi "Exalted" ile birlikte gelen Arcane Fractured Jinx kostümü, oyuncular arasında büyük tartışmalara yol açtı. 16 Ekim 2024 tarihinde Riot Games'in resmi sitesinde yayınlanan "/dev: Exalted Skins, the Mythic Shop, and Nexus Finishers" başlıklı makalede tanıtılan bu kostüm, oyuncuların aşina olmadığı bir sistem olan Gacha sistemi ile elde edilebiliyor.

Riot Games, Exalted kostümleri "hiper-özel" kostümler isteyen oyuncular için tasarladığını belirtiyor ve bu kostümlere erişimin de farklı bir sistemle sağlanacağını ifade ediyor. Arcane Fractured Jinx kostümü, iki yeni model, üç farklı form ve Jinx'in 2. Sezon yolculuğunu yansıtan yeni bir seslendirme ile geliyor. Oyuncular, DJ Sona kostümünde olduğu gibi, Ctrl+5 tuş kombinasyonuyla bağlı "slot makinesi mekaniği" kullanarak formlar arasında geçiş yapabilecek.

Bu kostümü elde etmek için oyuncuların "Sanctum" adı verilen yeni bir sistemde "Ancient Sparks" adı verilen bir para birimi kullanmaları gerekiyor. Her biri 400 RP değerinde olan Ancient Sparks ile oyuncular, %0,5 düşme oranıyla kostümü kazanma şansına sahipler. Sistemde bulunan kötü şans koruması sayesinde oyuncular en fazla 80 çekiliş sonunda kostümü garantili olarak elde edebilecekler. 80 çekilişin toplam maliyeti ise 32.000 RP, yani yaklaşık 250 dolar.

Bu yeni sistem ve yüksek fiyatlandırma politikası, League of Legends topluluğunda büyük tepkiye yol açtı. r/leagueofjinx ve r/ADCMains subredditlerinde yapılan paylaşımlarda oyuncular, bu sistemi "açgözlü" ve "yırtıcı" olarak nitelendiriyor. Birçok oyuncu, 250 dolar gibi bir meblağın yalnızca bir kostüm için çok fazla olduğunu, özellikle de Riot Games'in bir gün önce birçok çalışanı işten çıkardığı düşünüldüğünde, bu durumun "duyarsız" olduğunu belirtiyor.

Oyuncular, Riot Games'in FOMO yani kaçırma korkusu taktiklerini kullanarak oyuncuları harcamaya zorladığını düşünüyor. Kostümün sınırlı süreli olması ve daha sonra tekrar ne zaman satışa sunulacağının belirsiz olması, oyuncuları hemen satın almaya teşvik ediyor. Bazı oyuncular, gacha sisteminin normal gacha oyunlarından farklı olarak, kostümün bir daha asla dönüşü olmayacağını ve bu durumun sistemi daha da kötüleştirdiğini belirtiyor.

Sonuç olarak bazı oyuncular ise bu sistemi savunuyor ve kimsenin kostümü satın almak zorunda olmadığını belirtse de Arcane Fractured Jinx kostümü ve 250 dolarlık gacha sistemi, League of Legends topluluğunda büyük bir tartışma konusu olmaya devam edecek gibi. Oyuncuların tepkileri ve Riot Games'in bu tepkilere nasıl yanıt vereceği ise merak konusu.

Yuppie Psycho Benzeri 5 Oyun Önerisi

Hiç yorum yok

13 Ekim 2024

Günümüz iş dünyasının karanlık yüzünü hem eğlenceli hem de psikolojik yönleriyle ele alan Yuppie Psycho, oyuncuları distopik bir şirket ortamında geçen, gizemli olaylar ve ürkütücü yaratıklarla dolu bir maceraya sürüklüyor.



İlginç atmosferi, sürükleyici hikayesi ve pixel art tarzıyla oyun dünyasında kendine özgü bir yer edinen Yuppie Psycho, oyunculara oldukça eğlenceli saatler sunuyor. Fakat bu tarz oyunların kötü yanı, oynadıktan sonra daha fazla bu tarz oyun aratması. Bu listede, Yuppie Psycho'ya benzer oyunları bir araya getirdik.


The Count Lucanor



Yuppie Psycho'nun yaratıcıları Baroque Decay tarafından geliştirilen The Count Lucanor, karanlık peri masallarından ilham alan bir korku oyunu. Oyun, genç bir çocuğun mirasını almak için tehlikeli bir malikanede geçirdiği geceyi konu alıyor. Bulmaca çözme, keşif ve hayatta kalma öğelerinin bir araya geldiği The Count Lucanor, Yuppie Psycho gibi oyuncunun seçimlerine bağlı olarak değişen çoklu sonlara sahip. Her iki oyun da "twee horror" adı verilen bir alt türe giriyor, yani korku unsurlarını sevimli ve tuhaf bir estetikle harmanlıyorlar.


Faith: The Unholy Trinity



Retro tarzı piksel sanatıyla dikkat çeken Faith, şeytani güçlerle mücadele eden bir rahibi konu alan bir korku oyunu üçlemesi. İlk oyunda, bir şeytan çıkarma ayininin korkunç sonuçlarıyla yüzleşen Peder John Ward'ın hikayesini takip ediyoruz. Yuppie Psycho gibi, Faith de benzersiz bir görsel stile sahip ve doğaüstü olaylarla dolu bir dünyada geçiyor.


House of Rules


House of Rules, gizemli bir malikanede geçen ve kurallara dayalı bir korku bulmaca oyunu. Yüksek maaşlı bir iş teklifiyle başlayan hikaye, oyuncuyu garip iş arkadaşları ve tuhaf kurallarla dolu bir malikaneye götürüyor. Ancak bu işin arkasında saklanan karanlık bir sır var ve oyuncu, çeşitli bulmacaları çözerek bu sırrı ortaya çıkarmaya çalışıyor.

Oyun, 20 farklı son sunarak oyunculara geniş bir keşif alanı yaratıyor. Her bir son, oyuncunun bulmacaları nasıl çözdüğüne ve kararlarına bağlı olarak değişiyor. Bu da oyunun tekrar oynanabilirliğini artırıyor. Özellikle malikanenin atmosferi, tuhaf karakterler ve sürekli artan gerilim hissi, oyuncuyu içine çekiyor.


HOUSE 


HOUSE, Bark Bark Games’in geliştirdiği bağımsız bir piksel korku oyunudur. Oyun, genç bir kız olan Tabby'nin, sizi ve ailenizi öldürmeye çalışan tehlikeli bir evi keşfettiği sürükleyici bir deneyim sunuyor. Başlangıçta her şey normal görünse de, aile üyeleri birer birer ölmeye başlar ve Tabby, laneti bozmaya ve aile üyelerini kurtarmaya çalışırken evin karanlık sırlarını açığa çıkarmak zorunda kalır. Gerçek zamanlı olarak değişen ve oyuncunun eylemlerine tepki veren bir evde keşif yaparken, zamanla yarışarak ailenizi kurtarmalı ve kendinizi karanlığa düşmekten korumalısınız. HOUSE, birden fazla son keşfetme imkanı, farklı eşyalarla deney yapma ve zorlu, doğrusal olmayan oyun yapısıyla korku severleri etkileyerek unutulmaz bir deneyim sunuyor.


Ib



RPG Maker ile yapılmış bir korku oyunu olan Ib, oyuncuları gizemli bir sanat galerisinde kaybolan genç bir kızın yerine koyuyor. Galerinin ürkütücü eserleri canlanırken, Ib hayatta kalmak ve gerçeği ortaya çıkarmak için bulmacalar çözmeli ve zorlu kararlar vermelidir. Yuppie Psycho gibi, Ib de benzersiz bir atmosfere sahip ve bulmaca çözme ve keşif unsurlarını bir araya getiriyor.

Bu oyunlar, Yuppie Psycho'nun benzersiz atmosferini ve oyun mekaniklerini farklı şekillerde yansıtan, çeşitli deneyimler sunuyor. Her biri kendi özgün hikayesiyle öne çıkarken, karanlık mizah, psikolojik gerilim ve sürükleyici atmosfer gibi ortak noktaları paylaşıyorlar. 

Bu oyunlar dışında daha fazla Yuppie Psycho benzeri oyun arıyorsanız RPG Maker ile yapılan diğer atmosferik korku oyunlarına da bakabilirsiniz. Oyunların görsel tarzı ve hikaye tonları çok değişiklik gösterse de RPG Maker ile yapılan korku oyunları, Yuppie Psycho hissini oldukça yoğun bir şekilde verecektir. 

Uglies (2024) Film İncelemesi

Hiç yorum yok

05 Ekim 2024

 "Uglies 2024" filmi, yayınlanmadan birkaç hafta öncesine kadar hiçbir şekilde dikkatimi çekmeyen, tamamen gözümden kaçan bir yapımdı. Netflix'te böyle bir filmin yayınlanacağını görünce, biraz araştırma yapmaya karar verdim. Araştırmalarım sonucunda, bu filmin bir kitap uyarlaması olduğunu öğrendim. Scott Westerfeld tarafından yazılan Uglies serisi, dört kitaptan oluşuyor: Uglies, Pretties, Specials ve Extras. Kitap serisi dünya çapında oldukça popüler olmuş ve geniş bir okuyucu kitlesi edinmiş. 

Seri, insanların doğal hallerinin "çirkin" olarak kabul edildiği ve toplumda bir yere sahip olabilmeleri için estetik ameliyatın zorunlu olduğu bir gelecekte geçiyor. Bu dünyada gençler, 16 yaşına kadar toplumdan dışlanıyorlar ve ameliyat olup "güzel" kabul edilecekleri günü dört gözle bekleyerek yaşıyorlar. Hikâye, 16 yaşına girmeye hazırlanan Tally adlı bir genç kızın etrafında gelişiyor. Konsept, ilk bakışta oldukça dikkat çekici ve ilgi uyandırıcı. Seriyle ilgili daha fazla bilgi edinmek için biraz araştırma yaptım ve Türkçe basımlarının kapaklarını inceledim. Çirkinler kitabının kapağında aslında oldukça güzel bir kız resmi vardı; Güzeller kitabında ise gözleri büyük, uzaylıya benzeyen bir karakter dikkat çekiyordu. Bu, bana toplumun güzellik anlayışının tamamen çarpık bir hale geldiğini düşündürdü. Yani çirkin kabul edilen kişiler aslında oldukça güzelken, güzel kabul edilenlerin estetik ameliyatlarla yapay ve tuhaf bir görünüme kavuşturulduğunu hayal ettim. Ancak filmi izleyince, bu derinlikte bir yorumun filme aktarılmadığını fark ettim. Estetik ameliyat geçiren karakterler, sadece bir TikTok filtresi eklenmiş gibi yüzeysel bir değişime uğramışlardı. Filmi izlerken çoğu kişi böyle düşünmüştür.

Belki ben birkaç kapaktan etkilenip kendi kendimi bir beklentiye soktum ama sonuç olarak bu durum filmde beklediğim kadar derin bir eleştiri bulamamama neden oldu- biraz da hayal kırıklığı yaşadım. Filmin geri kalanında ise, klasik bir genç yetişkin distopyası izliyoruz. Divergent, Maze Runner ve Hunger Games serilerine oldukça benziyor. Hatta bu yapımlarla aynı kaliteye sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu tür filmlerin ortak özelliklerinden biri, genellikle oldukça ilginç bir konsept yaratmaları, fakat bu konsepti ergenlik çağındaki bir ana karakter üzerinden işlemeleri. Böylece geniş bir genç izleyici kitlesine hitap etmeye çalışıyorlar. Elbette bu stratejinin başarılı olup olmadığı tartışılabilir, çünkü kitap serileri ve film uyarlamaları genellikle çok satıyor ve popüler oluyor. Ayrıca, bu tür filmler genellikle tek kitaplık bir hikâyeyi gereğinden fazla uzatarak işliyor.

Filmin başrolünde, Netflix yapımlarında sıkça gördüğümüz Joey King yer alıyor. King’e, Brianne Tju ve Keith Powers gibi oyuncular eşlik ediyor. Özellikle son zamanlarda Türkiye'deki ekstra popülerliğini göz önüne alırsak Joey King hayranları için ilgi çekici bir yapım olabilir.

Filmde aksiyon sahneleri neredeyse yok denecek kadar az. Daha çok bir giriş filmi havasında ve olayların temellerini atmaya yönelik bir anlatı var. Buna rağmen, biraz da olsa CGI'a para harcanmış gibi görünüyor. Özellikle şehirde geçen sahnelerdeki ortamları başarılı buldum. Ancak ormanlık ve okul sahneleri hem mekan olarak hem de atmosfer açısından oldukça kasvetli ve bunaltıcıydı. Gerçi bu, post-apokaliptik bir tür olduğu için kısmen beklenen bir durum. Yine de o tür sahneler sanki hiçbir para harcanmamış ve günü birlik gidip çekilmiş hissi yarattığı için hoşuma gitmiyor. 

Eskiden bu tarz yapımları sinema salonlarında izlediğimizde, ortalama bir prodüksiyon kalitesine ve oyunculuğa sahip olsalar bile, sinematik deneyim sayesinde daha akılda kalıcı oluyorlardı. Sinema atmosferi, filmin eksik yönlerini bir nebze telafi edebiliyordu. Fakat "Uglies" bir Netflix filmi olduğu için, o sinema deneyimi de işin içine girmiyor. Dolayısıyla filmi izledikten birkaç gün ya da en fazla bir hafta sonra hafızanızdan tamamen silinebilecek türden bir yapım.

Sonuç olarak, "Uglies 2024" ilginç bir çıkış noktasına sahip olsa da ortalama bir film olmanın ötesine  geçemiyor. Ayrıca böyle bir konudan beklenebilecek derin bir toplumsal eleştiri için de biraz yüzeysel kalıyor. Yine de distopik gençlik hikayelerini sevenler için, belki de kitap serisini okumuş olanlar için izlenebilir bir seçenek olabilir. Eğer daha önce Divergent ya da Hunger Games tarzında filmleri sevdiyseniz ve hala bu tarz distopik gençliklere doymadıysanız "Uglies" de bu tarzda sizi kısa süreliğine oyalayabilecek bir yapım olabilir.

Eh İşte

"Uglies" ilginç bir çıkış noktasına sahip olsa da bir hafta sonra tamamen unutacağınız ortalama bir film olmanın ötesine geçemiyor.

İlk Bilgisayar Virüsü Elk Cloner Nasıl Ortaya Çıktı?

Hiç yorum yok

22 Temmuz 2024

1982 yılında, bilgisayar dünyası için dönüm noktası sayılacak bir olay yaşandı. Henüz 15 yaşında bir lise öğrencisi olan Richard Skrenta, bilgisayar programlamaya olan merakıyla tarihin ilk belgelenmiş bilgisayar virüsü olan Elk Cloner'ı kodladı. Bu dönemde kişisel bilgisayarlar yeni yeni yaygınlaşıyor ve bilgisayar virüsleri neredeyse hiç bilinmiyordu. Skrenta'nın bu yaratıcı ve bir o kadar da şaşırtıcı deneyi, siber güvenlik dünyasında büyük bir etki yarattı.

Elk Cloner'ın Çalışma Prensibi

Elk Cloner, o dönemde popüler olan Apple II bilgisayarlarını hedef almıştı. Bilgilerin taşınmasında temel araç olan disketler üzerinden yayılan bu virüs, bilgisayara takılan enfekte disketi okuduğunda sistemin belleğine yerleşiyordu. Bu ilk adım, virüsün yayılması için kritik önem taşıyordu.

Sistemin belleğine yerleştikten sonra kendini göstermeden sistemin içine sızan Elk Cloner, kullanıcıların dikkatini çekmeden beklemeye başlardı. Virüsün asıl zekası ise yayılma yönteminde ortaya çıkıyordu. Her yeni takılan diskete kendini kopyalayan virüs, bu sayede hızla yayılıyordu. O dönemde kullanıcılar arasında sıkça paylaşılan disketler sayesinde virüsün yayılma alanı oldukça genişledi.

Elk Cloner'ı diğer yazılımlardan farklı kılan özelliği ise 'gösteriş' kısmıydı. Zararlı bir amaç gütmeyen virüs, 50. açılışta ekranda komik bir şiir gösteriyordu. Bu eğlenceli şiir, virüsün zararsız olduğunu ve yaratıcısının eğlenceli bir amacı olduğunu gösteriyordu.


Elk Cloner'ın Dünya Üzerinde Bıraktığı Etki

Elk Cloner, bugün zararsız görünse de bilgisayar virüsleri ve siber güvenlik dünyasında önemli bir dönüm noktasıdır. 1982 yılında ortaya çıkan bu virüs, o dönemde bilinmeyen bir tehdit olarak karşımıza çıkmıştı. Bilgisayarların kullanıcı bilgisi olmadan tehdit altında olabileceği gerçeği, herkesi şaşırtmıştı.

Elk Cloner'a verilen tepkiler ise karmaşık duygular içeriyordu. Bir yandan programcıların yaratıcılığı ve ortaya çıkardıkları sonuçlar hayranlık uyandırırken, diğer yandan da veri güvenliği konusunda endişeler ortaya çıktı. Bu durum, siber güvenlik konusundaki tartışmaları başlattı.

Ayrıca Elk Cloner, gelecekteki siber güvenlik adımlarına da ışık tuttu. Virüsün ortaya çıkmasıyla birlikte antivirüs yazılımları geliştirildi ve sistem açıklıkları üzerine düşünülmeye başlandı. Bugün kullandığımız güvenlik önlemlerinin temelleri, Elk Cloner sayesinde atıldı.


Modern Siber Güvenlik Üzerine Düşünceler

Elk Cloner'ın ortaya çıktığı 1982 yılından bu yana bilgisayar virüsleri büyük evrim geçirdi. Başlarda zararsız görünen bu tehditler, bugünlerde çok daha karmaşık hale geldi. Ransomware, casus yazılım ve gelişmiş kalıcı tehditler gibi kavramlar, siber güvenlik dünyasının kabusu haline geldi.

Bu tehditlere karşı geliştirilen önlemler de aynı hızla gelişti. Eskiden basitçe tehditleri tespit eden antivirüs yazılımları yerini yapay zeka ve makine öğrenimi destekli sistemlere bıraktı. Güvenlik duvarları, saldırı tespit sistemleri ve uç nokta güvenlik çözümleri artık olmazsa olmazlar arasında yer alıyor.

Elk Cloner'ın mirası, siber güvenliğin önemini hatırlatmaya devam ediyor. Gelişen tehditlere karşı sürekli uyanık olmak ve yenilikçi çözümler üretmek zorundayız. Elk Cloner'ın ortaya çıkışı, siber suçlularla olan savaşın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu savaşta galip gelebilmek için güçlü siber güvenlik önlemleri almak şarttır.


Sonuç olarak Elk Cloner, basit bir şaka olarak ortaya çıkmış olsa da, bilgisayar dünyasının geleceğini şekillendiren önemli bir adım olmuştur. Bu zararsız görünen virüs, siber güvenlik bilincinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Bugün karşılaştığımız karmaşık siber tehditlere karşı mücadele ederken, Elk Cloner'ın bize verdiği dersleri unutmamak gerekiyor. Geçmişten ders çıkararak geleceğe daha güvenli bir dijital dünya inşa etmek için çalışmaya devam etmeliyiz.

Vampire Survivors Benzeri 15 Oyun Önerisi

Hiç yorum yok

20 Temmuz 2024

Vampire Survivors, Aralık 2021’ piyasaya sürüldüğünden beri indie oyun dünyasında çok büyük ses getirdi. Basit mekanikleri ve “bir tur daha” dedirten oyun tasarımı ile kolayca öğrenilip zor bırakılan bir yapıya sahipti. Ucuz olması ve Game Pass'de bulunması da eklenince kısa sürede bağımlılık yaratan oyunlar arasında kendine bir yer etti. Vampire Survivors’ın başarısının ardından insanlar benzeri türde daha fazla oyun arayışına girdiler. Bu yazıda da türün en iyi örneklerini göz atacağız. Ayrıca, Vampire Survivors’dan önce piyasaya sürülmüş olmasına rağmen benzer özellikler taşıyan bazı eski oyunları da inceleyeceğiz.


15- Boons & Burdens

Boons & Burdens, Gunlocked’ı yapan ekipten gelen ve küçük arena savaşlarıyla dikkat çeken bir oyun. Oyunun en belirgin özelliği, her aşamanın başında seçmeniz gereken “Burdens” (Yükler) ve bunların oyunun zorluk seviyesini artırması. Bu yükler, belirli düşmanları öldürmek, haritadaki belirli noktalara ulaşmak veya güçlendirilmiş düşmanlardan oluşan bir geçidi geçmek gibi görevler içerir.


14- Enter the Gungeon

Enter the Gungeon, Vampire Survivors’a benzer mekaniklere sahip olmasına rağmen, odadan odaya geçerek düşmanlarla savaştığınız bir oyun. Yoğun beceri gerektiren bu oyun, sizi sürekli olarak mermi yağmurundan kaçmaya ve düşmanları vurmaya zorluyor.


13- Picayune Dreams

Picayune Dreams, Vampire Survivors’ın izinden giden ancak tamamen farklı bir deneyim sunan bir oyun. Yoğun müziği, sürreal sanat tarzı ve zaman zaman zorlayıcı zorluk seviyesi ile dikkat çekiyor. Bu oyun, türün diğer örneklerinden farklı olarak bir hikaye de sunuyor.


12- Gunsuit Guardians

Gunsuit Guardians, Vampire Survivors benzeri oyunları sevenler için tanıdık bir deneyim sunuyor. İkili çubukla ateş etme mekaniği ve benzersiz bir Cosmonaut Galaga estetiği ile öne çıkıyor.


11- Atomicrops

Atomicrops, Vampire Survivors’dan birkaç yıl önce piyasaya sürülmüş olmasına rağmen benzer özellikler taşıyan bir oyun. Bu oyun, çiftçilik simülasyonunu mermi cehennemi ile birleştirerek benzersiz bir deneyim sunuyor.


10- Kill The Crows

Kill The Crows, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için zorlu bir deneyim sunuyor. Oyunda her şey tek bir vuruşta ölüyor ve bu da oyunu oldukça zorlaştırıyor.


9- Halls of Torment

Halls of Torment, Diablo tarzı grafiklerle ve Hades benzeri tanrıların nimetleriyle dikkat çeken bir oyun. Bu oyun, türün diğer örneklerinden farklı olarak hikaye ve karakterizasyon sunuyor.


8- Death Must Die

Death Must Die, Vampire Survivors tarzı oyunların zorluk seviyesini artıran ve ARPG/survival/crafting unsurlarını bir araya getiren bir oyun. Bu oyun, oyunculara kendi yükseltmelerini yapma ve malzemeleri toplama imkanı sunuyor.


7- Deep Rock Galactic Survivor


Deep Rock Galactic Survivor, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için kaynak toplama ve madencilik mekanikleri ekleyen bir oyun. Bu oyun, dar koridorlar ve boğucu haritalarla dikkat çekiyor.


6- Swarm Grinder

Swarm Grinder, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için duvarlarla çevrili bir ortamda geçen bir oyun. Oyuncular, düşmanların hızını kontrol edebilir ve yakıtlarını doldurmak için düşmanları öldürmek zorundadır.


5- Yet Another Zombie Survivors

Yet Another Zombie Survivors, modern silahlarla ve zombi temasıyla dikkat çeken bir oyun. Bu oyun, oyunculara üç kişilik bir ekip oluşturma imkanı sunuyor.


4- RICE

RICE, Vampire Survivors tarzı oyunları eleştiren ve oyuncuya meydan okuyan bir oyun. Bu oyun, silah yükseltme sistemi ve meta-yükseltme sistemi ile dikkat çekiyor.


3- Crafty Survivors

Crafty Survivors, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için farklı meslekleri temsil eden karakterlerle dikkat çeken bir oyun. Bu oyun, oyunculara farklı karakterlerle oynama imkanı sunuyor.


2- Tiny Rogues

Tiny Rogues, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için 16-bit grafiklerle dikkat çeken bir oyun. Bu oyun, oyunculara farklı dünyaları keşfetme ve düşmanlarla savaşma imkanı sunuyor.


1- Brotato

Brotato, Vampire Survivors tarzı oyunları sevenler için kısa ve yoğun savaşlarla dikkat çeken bir oyun. Bu oyun, oyunculara kısa turlar halinde oynama imkanı sunuyor.

Bioshock Serisinin Distopik Şehri Rapture'un Baştan Sona Tüm Hikayesi

Hiç yorum yok

14 Temmuz 2024

Kuzey Atlantik Projesi veya Rapture Kolonisi olarak da bilinen Rapture, zengin bir sanayici olan Andrew Ryan’ın çocukluk hayallerinden ilham alınarak inşa edilen devasa bir su altı şehridir. Bu şehir, II. Dünya Savaşı sonrasında sarsılan dünyanın siyasi, sosyal ve dini kısıtlamalarından kaçmak için kurulmuştur.


İlk olarak 5 Kasım 1946'da yapımına başlanmış olan şehrin inşası, 1951'in sonlarında tamamlanmıştır. Rapture, Atlantik Okyanusu'nun kuzeyinde, 63° 2' N, 29° 55' W (63 derece, 2 dakika kuzey enlemi, 29 derece, 55 dakika batı boylamı) koordinatlarında, İzlanda’nın başkenti Reykjavik’in (reykavik) yaklaşık 433 kilometre batısında yer almaktadır.

Rapture'ın Amacı


Rapture, sözlük anlamı olarak “Aşırı zevk ve mutluluk veya heyecan” anlamına gelmektedir. Andrew Ryan, şehrine "Rapture" adını verdi, çünkü burayı "Parazitler" olarak nitelendirdiği insanların etkisinden uzak, bir insanın kendi emeğiyle kazanabileceği ve başarıya ulaşabileceği gerçek bir cennet olmasını amaçlamıştır.

Rapture’un felsefi temelleri, Ayn Rand'ın "Atlas Silkindi" adlı romanında geçen "Galt’s Gulch"a dayanır. Bu terim, özgür düşünceli bireylerin oluşturduğu ekonomik ve sosyal topluluğunu ifade eder. Rapture, bir komünden farklı olarak, özgürlüğe odaklanır ve bireysel ve mülkiyet haklarını savunur, ancak kolektif bir topluluğun kurallarıyla çalışmaz.

Rapture'un asıl hedefi, herhangi bir din veya hükümetten bağımsız, laissez-faire bir toplum yaratmaktı. Burada, herhangi bir vatandaş, başkalarının ihtiyaçları tarafından engellenmeden kendi çıkarı için başarılı olabilirdi. "Dünyanın en iyileri ve en parlakları" olarak belirlenen kişiler hükümet, din ve diğer kurumlardan bağımsız olarak, özgür irade ve seçim hakkına sahip olacaktı. İnsanlar, gelenekler ve ahlaki inançları yerine; hırs, akıl ve özgür düşünce tarafından yönlendirilecekti.

Bu kısmen iyi niyetli amaçlarına rağmen Ryan’ın ütopyası, kusursuz değildi. Rapture’un tamamen kapitalist toplumunda kamu hizmetleri yoktu; şehirdeki her şey özel mülkiyet altındaydı ve bunun bir bedeli vardı. Şehrin yiyecek, sağlık hizmetleri, temizlik ve hatta oksijen hizmetleri de bunu kapsıyordu. Polis ve itfaiye hizmetleri bile abonelik esasına dayalı özel şirketler tarafından sağlanıyordu. İşletmelere yönelik herhangi bir kısıtlama olmadığından, sadece rekabet ve müşteri tercihi vardı. Bu durum, ilk başta birçok endüstrinin gelişmesine izin verdi, ancak aynı zamanda ahlaksız ve tehlikeli iş uygulamalarına da yol açtı.

Bu sistem, Rapture’un daha az şanslı vatandaşlarını toplumdan uzaklaştırdı. Durumları kötüleştikçe, Ryan’ın kurduğu bu dünyayı soğuk ve elitist olarak görmeye başladılar. Andrew Ryan’ın "Parazitler"e ve vizyonunu baltaladığından şüphelendiği kişilere karşı olan düşmanlığı ve artan paranoyası, nihayetinde onun çöküşüne ve şehrinin tamamen yok olmasına yol açacak bir dizi olayı başlattı.

Kökenler


Rapture, Andrew Ryan’ın hayallerinde inşasından çok önce başlayan bir projeydi. Ryan, böyle bir yer fikrini, uygun bir yer seçilmeden en az on yıl önce düşünmeye başlamıştı. Komünizm yönetimindeki Sovyetler Birliği'nin bir parçası haline gelmeden önce Belarus'tan kaçmış ve Amerika Birleşik Devletleri'nde sanayi devi olmayı başarmıştı. İşçi sendikalarını, sol kanat kolektivistleri gibi solcu grupları insanın dünyadaki yaşamını mahveden ve ona özgürlük tanımayan parazitler olarak görmeye başlamıştı. Başarıları ve bireyin güçlendirilmesine inananları toplayıp, dünyanın geri kalanından izole edilmiş bir yerde özgürce gelişmelerine izin verecek kapalı bir toplum fikrini araştırdı. 

Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası atılmasıyla İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde ve SSCB'nin kendi nükleer silahlarını edinme yolunda olduğu haberiyle birlikte, Ryan, insanlığın kaçınılmaz yıkımını ve yeryüzünü atom ateşiyle kaplayacak bir savaşı öngördü. Bu olayların ardından Ryan, aynı fikirde olan bireylerle iletişime geçerek ve kaynaklarını harekete geçirerek vizyonunu gerçekleştirmeye başladı. Şehri Rapture, Kuzey Atlantik'te, İzlanda ve Grönland arasında seçilen bir konumda deniz tabanına inşa edilecekti. İlk katılanlardan biri, o dönemde Ryan'ın yanında çalışan güvenilir bir adam olan Sullivan'dı. Sullivan, kolluk kuvvetlerindeki deneyimiyle Rapture'un güvenliğinin başına getirildi. Ryan, birçok inşaat uzmanını bir araya getirdi ve Rapture'un birçok binasının tasarımını yapmak üzere Simon Wales ve Daniel Wales adlı mimarları güvence altına aldı. Rapture'u inşa etmek için işçilere ihtiyaç duyan Ryan, en yetenekli mühendisler, işçiler ve mekanikleri işe aldı. Bill McDonagh gibi birçok kişi, Ryan'ın ideallerini paylaşıyor ve Rapture'u, parazitlerle dolu bir dünyadan yükselip yeni bir başlangıç olarak görüyorlardı.

Rapture Topluluğunun Elitleri: Brigid Tenenbaum, Sander Cohen, Gilbert Alexander, Andrew Ryan, Sofia Lamb ve Yi Suchong.

Şehrin İnşaatı (1945 - 1951)


1945'in sonlarında Ryan, Rapture'un inşasına başlamak için İzlanda ve Grönland arasında seçilen konumda bir dizi şirketle anlaşma yaptı. Ryan ve ortakları, dikkatleri üzerine çekmemek için üretim malzemelerini gizlice temin etti. Bu kaynaklar, binlerce mil boyunca Kuzey Atlantik'teki proje sahasına taşındı. Orada, malzemeler dev bir denizaltı platformu olan "The Sinker" aracılığıyla okyanus tabanına indirildi. Derin deniz kaynakçıları ve mekanikler, şehrin temellerini oluşturmak için kazıklar ve kirişleri kayalara derinlemesine sabitledi. Sonunda "The Sinker", deniz tabanına kalıcı olarak demirledi. Yüzeye yakın bir yerde monte edilen önceden imal edilmiş binalar, yüzeye çıkartıldı ve halkalar kullanılarak temelere demirlendi, böylece Art Deco metropolü oluşturuldu. 5 Kasım 1946'da Rapture, ilk sakinlerini almaya başladı. Ana inşaat dönemi 1940'ların sonuna kadar devam etti ve Rapture'un inşası 1951'de tamamen tamamlandı. Rapture'un ekonomisi ve nüfusu büyüdükçe, yeni inşaat projeleri finanse edildi ve şehir genişleyerek büyük bir metropol haline geldi.

Yükseliş ve Düşüş (1946 -1958)


1946'da ilk kez yerleşime açıldığından itibaren Rapture hızlıca büyüdü. Yüzeyden en son teknolojik harikalarla yeni inşa edilmiş olan bu şehir, birçok yetenekli sakin tarafından desteklenen aktif ve büyüyen bir ekonomiye sahipti. Tam da Ryan'ın hayal ettiği serbest piyasa ütopyasını gerçekleştiriyor gibi görünüyordu. Rapture, yeryüzünün çoğuna kıyasla gerçekten de bir ütopya olarak görülebilirdi; burada herkes emeğinin karşılığını özgürce alma hakkına sahipti.

Ancak, görünüşteki başarısına rağmen, toplum içindeki sosyal sınıflar arasında çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. Piyasa kısıtlamalarını ve işçi haklarını reddeden saf bireyci, laissez-faire toplumu olan Rapture, açgözlülük, elitizm ve kapitalizmin diğer olumsuz yönleri için bir yuva haline geldi. Toplumda üst ve alt sınıflar arasında kısa sürede büyük bir uçurum ortaya çıktı. Andrew Ryan, sosyal devlet anlayışını "parazitik" olarak gördüğü için Rapture'da yoksulları desteklemeye yönelik sosyal programlar, işçi sendikaları, hayır kurumları ve diğer kuruluşlar mevcut değildi. Bu yüzden şehirdeki yoksul kesim, ekonomik durumlarını iyileştirmek için pek bir imkana sahip değildi ve birçoğu kendini karanlık barakalarda aç yatar halde buldu. Rapture'un ekonomik sistemi, şehrin işçi sınıfını toplumdan yabancılaştırdı ve sosyal uçurum gittikçe genişledi.

Andrew Ryan’ın "Parazitler" olarak nitelendirdiği kişilere ve Rapture'un özgürlüklerini istismar ettiğine inandığı kişilere karşı paranoyası, dış dünya ile tüm bağlantıların kesilmesini emreden bir yasa çıkarmasına neden oldu. Bu yasa ile soğuk savaşın ortasında olan yeryüzünden şehrin varlığını gizleyerek Rapture’un güvenliğini sağlamayı amaçlıyordu.

1948 ile 1952 yılları arasında, Dr. Brigid Tenenbaum’un ADAM adını verdiği bir kimyasal maddeyi keşfetmesiyle işler iyiye gider gibi göründü. Bu madde, EVE adı verilen bir kimyasal ile birlikte kullanıldığında, kullanıcıya hayal gücünün ötesinde genetik kodunu değiştirme imkanı sağlıyordu. Bu gelişme, Rapture toplumunda büyük bir verimlilik artışına yol açtı ve ADAM, üretkenlik ve yaratıcılığın altın çağını başlatarak Rapture’un toplumu için hayati bir parça haline geldi.

Toplumsal Çöküş (1958-1960)


Başlangıçta Frank Fontaine’in başarısını takdir eden ve onu Rapture’un yaratmayı amaçladığı birey türünün bir örneği olarak gösteren Andrew Ryan, kısa süre sonra Fontaine'den şüphelenmeye başladı. Fontaine’in Rapture’un daha az şanslı sakinleri üzerindeki artan suç etkisi ve ADAM üretimi üzerindeki tekeli, onu güçlü bir rakip haline getirdi ve Rapture’un toplumsal düzenini tehdit etmeye başladı. Sonunda 1958’de Ryan, Fontaine’i tutuklamaya çalıştı. Fontaine’in dirense de çıkan çatışma ölümüyle sonuçlandı. Fontaine’in ölümünün ardından, Ryan, Rapture Merkezi Konseyi’nin desteğiyle Fontaine’in kurumsal varlıklarının kontrolünü ele geçirdi.

Toplumda ADAM bağımlılığının kötüleşmesi, düzenin yavaş yavaş bozulmasına ve sivil huzursuzluğa yol açtı. Bu durum, Fontaine’in yoksul evlerine akın eden kitleleri ayaklandıran ve Rapture toplumunu değiştirmeyi amaçlayan bir gerilla savaşı başlatan "Atlas" adlı devrimcinin ortaya çıkmasıyla daha da kötüleşti. Andrew Ryan, düzeni yeniden sağlamak için giderek daha otoriter yöntemlere başvurdu ve Rapture Merkezi Konseyi'ni feshederek kendisini şehrin despotik yöneticisi olarak ilan etti. Ryan, halkın özgürlüklerini kısıtlayan daha fazla yasa çıkararak ve "sorunlu vatandaşlara" karşı giderek daha sert cezalar uygulayarak kontrolü sağlamak için radikal önlemler almaya başladı.


31 Aralık 1958’de Atlas tarafından başlatılan büyük bir işçi sınıfı ayaklanması olan 1958 Yılbaşı İsyanları, birçok üst sınıf mekanına, örneğin Kashmir Restoranı’na yapılan saldırılarla başladı. Bu durum kısa sürede Atlas ve Ryan arasında tam ölçekli bir iç savaşa dönüştü ve şehrin nüfusundaki ADAM bağımlılığının neden olduğu zihinsel bozulma durumu daha da kötüleştirdi. Başlangıçta geleneksel mermi silahları kullanılırken, kısa süre sonra Atlas’ın splicer’ları ve daha sonra Ryan’ın destekçileri tarafından Plazmidler de kullanılmaya başlandı. Çatışma devam ettikçe, her iki taraf da rakiplerine karşı avantaj sağlamak için daha fazla Plazmid kullanmaya başladı. Bill McDonagh bu savaş hakkında “çatışma en iyi silahları ve en büyük bombaları yapabilenlere değil, daha az insan ve daha çok canavar olabilenlere dayanıyor” demiştir.

Çatışmanın büyük kısmı yaklaşık dört ay sürdü ve devam eden şiddet, toplumun bütünlüğünü ciddi şekilde bozarak Rapture altyapısına büyük zarar verdi. Artan şiddet, savaşçılar ve siviller için Plazmidlere daha fazla bağımlılık yarattı ve kısa sürede şehir kaosa sürüklendi. Rapture İç Savaşı’nın kaosu ve yıkımı, ekonomik sıkıntılar ve ADAM bağımlılığı nedeniyle daha da hızlanarak toplumun çökmesine sebep oldu. Nüfusun büyük bir kısmı, ADAM bağımlıları olan Splicer’lara dönüştü, diğerleri ise Splicer’lar tarafından öldürüldü. Savaşta ölmeyen kişiler de ya intihar etti ya da açlıktan öldü. İnsan özgürlüğü için sığınak olarak inşa edilen şehir, kısa sürede harap bir kabuğa dönüştü.

Avrupa Birliği, X'i aldatıcı mavi tikler sebebiyle suçluyor

Hiç yorum yok

13 Temmuz 2024

Avrupa Birliği (AB), Elon Musk'a ait sosyal medya platformu X'e, yanıltıcı uygulamalar ve yetersiz içerik denetimi nedeniyle yaptırım uygulama hazırlığında. Bu durum, AB'nin yeni Dijital Hizmetler Yasası'nın (DSA) ilk yaptırımı olabilir ve X'e yüklü bir ceza ile çalışma şeklini kökten değiştirecek düzenlemeler getirebilir.

Yedi aylık bir soruşturmanın ardından AB Komisyonu, X'e yönelik yaptırım kararını verdi. Yeni yasa, büyük online platformların yasa dışı içeriklere ve toplumsal güvenliğe yönelik risklere karşı daha kapsamlı mücadele etmelerini zorunlu kılıyor.



Komisyon, X'i reklam şeffaflığı ve araştırmacılar için veri erişimi gibi konularda suçluyor. Kullanıcı davranışlarını yönlendiren "karanlık örüntüler" ve mavi tik ile doğrulanmış hesapların sektör standartlarına uymaması, platformda dolaşan bilgilerin güvenilirliğini sorgulatıyor. Ayrıca X'in, DSA'ya uymayarak reklamlar hakkında şeffaf bilgi sunmadığı ve araştırmacıların platformdaki bilgilere erişimini engellediği de savunuluyor.

Bu suçlamalar kanıtlanırsa X, küresel cirosunun %6'sına kadar para cezasına çarptırılabilir. Komisyon, X'in kendisini savunma hakkı olduğunu ancak suçlamaların doğrulanması halinde hem cezai yaptırım uygulayacağını hem de platformda önemli değişiklikler talep edeceğini bildirdi.

Musk ise Komisyon'un suçlamalarına alaycı bir şekilde yanıt verdi ve AB'nin X'e "yasadışı bir gizli anlaşma" teklif ettiğini savundu. Bu anlaşmaya göre X, platformdaki içerikleri sessizce sansürlerse para cezasından kurtulacaktı. Musk'ın iddiasına göre diğer platformlar bu anlaşmayı kabul etmişken X reddetmişti.

X'e yönelik yaptırım kararı, AB ve sosyal medya platformları arasındaki gerilimi bir kez daha gözler önüne seriyor. Komisyon, X'in yanı sıra TikTok, AliExpress ve Meta gibi platformları da DSA kapsamında incelemeye almış durumda. Bu durum, AB'nin kullanıcı gizliliği, içerik denetimi ve platformlarda şeffaflık gibi konularda daha katı kurallar uygulamaya kararlı olduğunu gösteriyor.

X'in bu suçlamalara nasıl yanıt vereceği ve AB'nin yaptırımlarının platformun geleceğini nasıl etkileyeceği merak konusu. 

Antagonist nedir?

Hiç yorum yok

09 Haziran 2024

Antagonist, bir hikayede genellikle ana karakterin (protagonist) karşısında duran ve onun hedeflerine veya eylemlerine engel olmaya çalışan kişidir. Bu karakter, hikayenin çatışma ve dramatik gerilimini artırarak önemli bir rol oynar. Antagonistler, genellikle kötü niyetli olup ana kahramanı alt etmek için çeşitli hileler ve şiddet yöntemlerine başvururlar.

Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre, 'antagonist' kelimesi 'düşman' anlamına gelir. Bu terim, Yunanca kökenlidir ve ilk olarak Aristoteles'in 'Poetika' adlı eserinde kullanılmıştır. Aristoteles, Yunan tragedyalarında baş karakterin karşısında yer alan düşman karakterleri tanımlamak için bu terimi kullanmıştır.

Sinemada, Joker, Thanos, Darth Vader ve Davy Jones gibi karakterler, antagonist örnekleri arasında sayılabilir. Edebiyat alanında ise 'Faust' ve 'Times Arrow' gibi eserlerdeki bazı karakterler antagonist olarak gösterilebilir.

Antagonistler sadece kötülükle sınırlı değildir; bazen protagonist ile farklı ahlaki veya ideolojik bakış açılarına sahip olabilirler. Örneğin, bazı hikayelerde antagonist karakterler, kendi doğruları ve değerleri doğrultusunda hareket ederek karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip olabilirler. Bu, hikayeye derinlik katar ve izleyicilerin veya okuyucuların karakterlerle daha fazla bağ kurmasını sağlar. Ayrıca, antagonistlerin motivasyonları ve arka plan hikayeleri, onların neden belirli davranışlarda bulunduklarını anlamamıza yardımcı olur, bu da hikayeye gerçekçilik ve zenginlik katabilir.

İkinci Dalga Feminist Hareket Nedir? Geçmişten Günümüze Feminist Hareketler

Hiç yorum yok

29 Mayıs 2024

Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitliği arayışında olan bir ideoloji ve harekettir. Tarihsel olarak üç ana dalgaya ayrılan bu hareket, kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik haklarını savunmak için ortaya çıkmıştır. 

19. Yüzyılın Ortalarından Günümüze: Feminizmin Evrimi


İlk Dalga Feminist Hareket, 19. yüzyılın ortalarında başlayarak kadınların oy hakkı elde etmesiyle zirveye ulaştı. Bu dönem, kadınların toplumsal yaşamdaki varlığını güçlendiren ve onlara siyasi bir ses kazandıran önemli bir dönemeç oldu. 1950'lerin sonlarına doğru başlayan İkinci Dalga Feminizm ise, kadınların iş gücündeki yerini ve eşit haklarını ön plana çıkardı. Bu dönemde, kadınlar sadece ev içi rollerle sınırlı olmadıklarını, iş ve toplum hayatında da aktif roller üstlenebileceklerini gösterdiler. Üçüncü Dalga Feminizm ise daha belirsiz ve tanımlanmamış bir dönemi ifade eder. 1990'ların başında, Anita Hill'in Senato Yargı Duruşmaları sırasındaki ifadeleri ve "riot grrl" müzik hareketi ile başlayan bu dalga, kesişimsellik kavramını benimseyerek trans hakları gibi daha geniş bir yelpazede konuları ele aldı. 

Feminizmin Dönüm Noktaları ve Etkileri


İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem, kadınların iş gücündeki varlığının arttığı ve feminist hareketin yeni bir ivme kazandığı bir dönem oldu. Savaş yıllarında, kadınlar erkeklerin savaşa katılmasıyla boşalan iş pozisyonlarını doldurarak ekonomiye önemli katkılarda bulundular. Savaş sonrasında ise, kadınlar savaş sırasında üstlendikleri rollerin önemini ve eşit haklara sahip olma gerekliliğini vurguladılar. 1950'lerin sonları ve 1960'ların başlarında, toplumsal yapıları sorgulayan hareketler ortaya çıktı. Bu dönemde, sivil haklar hareketi ve iş yerindeki ayrımcılığa karşı çıkan sesler yükseldi. Kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitliği için daha fazla farkındalık yaratmaya ve değişim talep etmeye başladı. 


Kadın Hareketinin Öncüleri ve Etkileri


Simone de Beauvoir'ın 1949'da yayımlanan "The Second Sex" adlı eseri, toplumun kadınları nasıl algıladığını ve onlara biçtiği rolleri sorgulayan çığır açan bir çalışma oldu. Beauvoir, cinsiyet rollerinin öğrenildiğini ve toplum tarafından kadınlara dayatıldığını vurguladı. Betty Friedan ise, 1963'te "The Feminine Mystique" adlı kitabıyla, beyaz, orta sınıf aile hayatı ve annelik ideallerini sorguladı. Friedan, kadınların ev içi yaşamda hissettikleri mutsuzluğu ve boğulmuşluk duygusunu dile getirdi ve 1950'lerin ideallerinin kadınların çıkarlarına uygun olup olmadığını sorguladı. 

Sonuç olarak Feminizm, tarihin her döneminde farklı şekillerde kendini göstermiş ve toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmiştir. Bugün de bu mücadele, daha adil ve eşit bir dünya yaratma hedefiyle devam etmektedir. Kadınların seslerini yükselttiği ve haklarını savunduğu bu hareket, gelecekte de toplumsal değişimin önemli bir parçası olmaya devam edecektir.

Dünyanın en büyük karbon yakalama tesisi İzlanda'da açıldı

Hiç yorum yok

08 Mayıs 2024

İklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir adım olarak İzlanda’da dünyanın en büyük doğrudan hava yakalama (DAC) tesisi faaliyete geçti. İsviçreli şirket Climeworks tarafından geliştirilen ve “Mammoth” adı verile bu cihaz, havayı emerek içindeki karbonu kimyasallar aracılığıyla ayırıyor ve daha sonra karbon, yer altına enjekte edilerek, yeniden kullanılabilir hale getiriliyor ya da katı ürünlere dönüştürülüyor.



Karbon Yakalama Teknolojisi Nedir?


Karbon yakalama teknolojisi, fosil yakıtların yakılması sonucu atmosfere salınan karbondioksiti azaltmak için tasarlanmıştır. Ancak bu teknoloji, ölçeklenebilirliği ve enerji tüketimi konusunda tartışmalıdır. Bazı çevre savunucuları, bu tür teknolojilerin fosil yakıtların kesilmesine yönelik politikalardan dikkati dağıtabileceğinden endişe ediyorlar.

Mammoth’un Özellikleri


Mammoth, modüler bir tasarıma sahip olup, 72 “toplayıcı konteyner” ile donatılmıştır ve tam kapasitede yılda 36,000 ton karbon yakalayabilecek kapasiteye sahiptir. Bu, yılda yaklaşık 7,800 benzinli aracın yoldan çekilmesine eşdeğerdir.

Climeworks, 2030 yılına kadar yılda 1 milyon ton, 2050 yılına kadar ise 1 milyar ton karbon yakalama hedefi koyduğunu belirtiyor. Şirketin Kenya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde potansiyel DAC tesisleri kurma planları da bulunuyor.

Sonuç olarak, Mammoth tesisi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir adım olsa da, uluslararası enerji ajansının belirttiğine göre, küresel iklim hedeflerine ulaşmak için gereken yıllık 70 milyon ton karbon yakalama kapasitesine kıyasla hala çok küçük bir kısmını oluşturuyor. 

© all rights reserved
made with by templateszoo