Mitoloji sevenler buraya! "Türk Mitoloji ve Destanlarında Tanrılar" çıktı!
SATIN AL
Film İncelemeleri İkonu

Sinema

2024'te İzleyebileceğiniz Kitap Uyarlaması Filmler

Hiç yorum yok

24 Ekim 2024

Son zamanlarda kitapların beyaz perdeye uyarlanması, hem edebiyat tutkunları hem de sinema meraklıları için heyecan verici bir gelişme haline geldi. Tanıdık hikayeler, yeni bir bakış açısıyla izleyicilere sunuluyor. Edward Ashton’ın Mickey 17’sinden Colleen Hoover’ın It Ends With Us’una kadar birbirinden ilginç uyarlamalar, 2024’te bizi bekliyor. Bu filmlerin bazıları hali hazırda vizyona girmiş olsa da bazıları hale çekim sürecinde ve 2024'te yayınlanıp yayınlanmayacakları kesin değil. 

Mickey 17

Edward Ashton'ın Mickey 17 adlı romanında, Mickey genellikle tehlikeli uzay görevlerine gönderilen ve her öldüğünde yeniden üretilen bir klondur. Ancak yedinci versiyon olan Mickey7, bu döngüyü kırmaya ve işler üzerinde kontrol sahibi olmaya karar verir. Bu sürükleyici hikayeden uyarlanan Mickey 17 filminde Robert Pattinson, Toni Collette ve Mark Ruffalo başrolleri paylaşıyor. Filmin önümüzdeki yılın başlarında vizyona girmesi bekleniyor ve bilim kurgu severler için büyük bir merak konusu.

Wicked


Gregory Maguire'in Wicked Witch of the West adlı kitabından uyarlanan Wicked, bu kez sinema dünyasında yeniden hayat buluyor. Başrollerde Cynthia Erivo, Ariana Grande ve Michelle Yeoh'un yer aldığı film, bu yılın merakla beklenen filmleri arasında.

It Ends With Us

Colleen Hoover'ın ödüllü romanı It Ends With Us, bir kadının eski sevgilisinin geri dönmesiyle tehdit altına giren aşk hikayesini anlatıyor. Blake Lively'nin başrolde yer aldığı bu romanın film uyarlaması, Ağustos ayında izleyicilerle buluştu. 

Harold and the Purple Crayon

Zachary Levi, Zooey Deschanel ve Lil Rel Howery gibi oyuncuları kadrosunda bulunduran ve Harold and the Purple Crayon kitabından uyarlanan film, bu yıl vizyona girdi. Zorlu bir üretim sürecinin ardından izleyicilerle buluşan film, ne yazık ki gişede beklenen başarıyı yakalayamadı.  

Uglies

Scott Westerfeld'in Uglies serisi, distopik bir dünyada geçen etkileyici bir gençlik hikayesi sunuyor. Netflix’te Eylül ayında yayınlanan film uyarlamasında, Joey King ve Laverne Cox gibi büyük isimler başrolleri paylaşıyor. Uglies'in bize sunduğu dünyada herkes 16 yaşına kadar "çirkin" kabul ediliyor. Bu yaştan sonra tören eşliğinde estetik operasyonlarla "güzel" yapılarak tüm fiziksel farklılıklar ortadan kaldırılıyor. 

Eğer film hakkında daha detaylı bir inceleme okumak isterseniz, buradan incelemeye göz atabilirsiniz.

Cold Storage

David Koepp'in Cold Storage adlı romanında, üç sıradışı bireyin, gezegeni tehdit eden ölümcül bir organizmanın yayılmasını durdurmak için güçlerini birleştirmesi gerekmektedir. Gerilim dolu bu hikayenin film uyarlamasında, başrolde Liam Neeson yer alıyor. Filmin önümüzdeki yıl vizyona girmesi bekleniyor ve heyecanla beklenen yapımlar arasında.
 

Rothko

Soyut dışavurumculuğun öncülerinden Mark Rothko'nun ölümünden sonra, eserlerinin vasiyetname uygulayıcıları tarafından değerlerinin çok altında fiyatlara satılması, sanat dünyasında büyük bir tartışmaya yol açtı. Bu olay ve sonrasında patlak veren yasal savaşlar, The Legacy of Mark Rothko adlı kitapta detaylıca ele alınıyor. Kitaptan uyarlanan filmde, Rothko'yu usta oyuncu Russell Crowe canlandırıyor. Crowe'a ek olarak Aaron Taylor-Johnson, Jared Harris ve Michael Stuhlbarg gibi güçlü isimlerden oluşan geniş bir oyuncu kadrosu da filme dahil. Defalarca ertelenen filmin bu yıl vizyona girip girmeyeceği henüz kesinleşmemiş olsa da, Rothko'nun hikayesine ilgi duyan ve biyografi türündeki filmleri seven izleyicilerin merakla bekleyeceği bir yapım olacak. 

Landing on My Feet

Olimpiyat altın madalyalı Kerri Strug'ın otobiyografisi Landing on My Feet: A Diary of Dreams, Olivia Wilde'ın yönetmenliğinde Perfect adlı bir film olarak beyaz perdeye uyarlanıyor. Film, Strug'ın kariyerini ve unutulmaz başarı hikayesini konu alacak. Şu anda yapım ön hazırlık aşamasında olduğundan, henüz bir prömiyer tarihi açıklanmadı, ancak proje spor ve biyografi severler arasında büyük merak uyandırıyor.
 

The Amateur

Robert Littell'in romanı "The Amateur," karısının Londra'daki bir terör saldırısında trajik bir şekilde hayatını kaybetmesinin ardından, intikam arayışına giren bir CIA kriptografının hikayesini anlatıyor. Üstlerinden saldırının sorumlularını takip etmelerini talep eder, ancak iç önceliklerinden dolayı harekete geçmeyeceklerini anladığında, kendi adaletini sağlamak için teşkilata şantaj yaparak kendini eğitmelerini sağlar ve intikamını almak için yola koyulur. Daha önce 1981'de bir filme uyarlanan kitap, Rami Malek ve Rachel Brosnahan'ın başrollerini paylaştığı yeni bir filmle yeniden ele alınıyor.

The Substance (2024) Film İncelemesi

Hiç yorum yok

19 Ekim 2024

 The Substance (2024), body horror türünü seven izleyiciler için sarsıcı bir deneyim sunan bir yapım. Yönetmenliğini Coralie Fargeat'in üstlendiği film, yaşlanma korkusu, kimlik krizi ve eğlence sektöründe yer edinme mücadelesi gibi temaları derinlemesine işlerken, aynı zamanda bu konuları rahatsız edici bir biçimde ve mide bulandırıcı derecede ayrıntılı sahnelerle işliyor. Başrollerde Demi Moore ve Margaret Qualley gibi isimlerin yer aldığı film, sadece korkutucu ve tedirgin edici sahneleriyle değil, aynı zamanda toplumsal eleştirileriyle de dikkat çekiyor. Moore’un canlandırdığı Elizabeth Sparkle, gençliğini ve eski ihtişamını geri kazanmak isteyen bir oyuncu. Sparkle bunları kazanmak için başvurduğu bir yöntemle, modern dünyanın güzellik ve şöhret takıntısını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor.

The Substance, Elizabeth Sparkle’ın düşüşe geçmiş kariyeri ve yaşlanmaya karşı verdiği savaşı temel alarak başlıyor. Yaşlanmış ve eski popülerliğini kaybetmiş olan Elizabeth, kariyerini ve hayatını geri kazanmak için son bir çare arayışına giriyor. Bu noktada filmde "The Substance" adı verilen gizemli bir madde devreye giriyor. Fakat Elizabeth, bu maddeyi kullanarak kendini gençleştirmiyor. Onun yerine kendinin Sue adını verdiği genç ve kusursuz bir versiyonunu yaratıyor. Margaret Qualley’nin canlandırdığı Sue, Elizabeth’in gençliğinin bir temsili olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bu beden Elizabeth ile aynı anda var olmuyor. Filmde de sıklıkla belirtildiği gibi bu kişiler ayrı kişiler değil. Tek bir kişi. Bu yüzden aynı anda var olamıyorlar, yedi günlük döngülerle hayat yaşamaya başlıyorlar. Bu da bir süre sonra Elizabeth’in arka plana itildiği ve bu yeni benliğiyle dönüşümlü olarak yaşamak zorunda kaldığı bir düzen başlatıyor.

Film, bir yandan yaşlanma korkusunu ve gençlik takıntısını işlerken, diğer yandan da eğlence sektörünün acımasız doğasını gözler önüne seriyor. Elizabeth, genç ve güzelliği sayesinde Sue’nun kazandığı başarı ve gençlikle baş edemiyor.. Sue’nun hızla ünlü olması, Elizabeth'in özlemini duyduğu hayatı onun gözleri önünde yaşaması, Elizabeth’in duygusal çöküşüne yol açan olayları başlatıyor. 

İlk yarıda etkileyici ve şok edici olan body horror unsurları, film ilerledikçe giderek artan bir yoğunluk kazanıyor. Özellikle Elizabeth'in bedeninin yavaş yavaş çöküşü ve Sue'nun bedenini kontrol etme arzusu, hem fiziksel hem de psikolojik bir gerilim yaratıyor. Ancak bu yoğunluk, filmin ikinci yarısında -en azından bende- yorucu bir hale gelmeye başladı. İlk başlarda heyecan verici olan bu grotesk sahneler, film ilerledikçe çok sık tekrar edildiği için bence izleyici üzerinde aynı etkiyi yaratmamaya başlayabilir. Sonlara doğru film, rahatsız edici unsurları birbiri ardına sıralıyor.

Margaret Qualley ve Demi Moore'un performansları, filmin en güçlü yanlarından biri. Özellikle Qualley'nin Sue olarak ortaya çıkışı, filmin enerjisini bir anda yükseltiyor. Sue'nun sahnelerinde göz kamaştıran bir performans sergileyen Qualley, filmin estetik açıdan da en parlak anlarını yaratıyor. 

Filmin alt metni oldukça zengin. Basitçe anlatmak gerekirse, kadınların yaşlandıkça değersiz görülmesi ve bu algıyı aşmak için kendilerini bir canavara dönüştürme pahasına yaşlanmayı durdurmaya çalışmaları gibi bir tema işleniyor.

Ancak bu mesaja dair iki eleştirim var. İlk olarak, bu konunun tüm ayrıcalıklara sahip bir Hollywood yıldızı etrafında ele alınması, mesajın derinliğini ve etkisini ciddi şekilde azaltıyor. Çünkü kadınların, yaşlandıktan sonra toplum tarafından dışlanması sorunu, modern toplumun en üst kademesinde yaşayan Hollywood aktrislerinden çok, orta sınıf kadınları daha fazla etkiliyor. Bu nedenle, bu tarz bir konu, bizim gibi sıradan insanlar için çok daha etkileyici olabilirdi.

İkinci eleştirim, hem ilk eleştirimin devamı niteliğinde hem de daha genel bir eleştiri. Orta sınıf kadınları üzerinden düşünecek olursak, evet, bu kadınlar hayatlarını tamamen güzellikleri üzerine kurmuyorlar. Kendilerini hem kişisel olarak hem de mesleklerinin gerektirdiği ölçüde geliştirmeleri büyük önem taşıyor. Ancak aynı durum kadın oyuncular için de geçerli değil mi? Nicole Kidman, Helena Bonham Carter, Salma Hayek, Sandra Bullock, Laura Linney, Jodie Foster, Julianne Moore, Emma Thompson, Jamie Lee Curtis gibi birçok 50’lerini geçmiş kadın oyuncu, istedikleri yaşa kadar başarılı şekilde oyunculuk yapabiliyor.

Ancak güzellikleriyle öne çıkan oyuncuların yaşlandıklarında yerlerinin doldurulacağı gerçeği, hem erkek hem de kadın oyuncular için geçerli. Bu durumun kadınlar açısından daha önemli olduğunu inkar etmiyorum. Fakat gençliklerinde bu durumu önlemeye çalışmak, kadın oyuncuların kendi ellerinde değil mi? İlk eleştirimin bu noktada devreye girdiğini tekrar hatırlatmak istiyorum. Kadınların yaşlanınca emekli edilmesi ve değersizleştirilmesi, ünlülerden çok toplumun genelindeki kadınların yaşadığı bir problem. Yönetmenin de bu sorunun farkında olduğunu düşünüyorum, çünkü filmde Elizabeth Sparkle’ı ödüllü ve başarılı bir oyuncu olarak betimlemiş. Bu nedenle, iyi bir oyuncu olmasına rağmen gözden çıkarılmış.

Sonuç olarak, ikinci eleştirim filmden çok toplumsal bir eleştiri. Ayrıca, toplumun bir ferdi olan ve ünlü olmayan bir kadın yönetmenin bu durumu, sıradan kadınlar üzerinden anlatmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Buna rağmen, The Substance toplumsal eleştirileriyle düşündürmeyi başaran bir yapım. Kadınların yaşlanma korkusuyla başa çıkmak için nasıl fiziksel ve psikolojik yıkıma uğradıklarını gözler önüne sererken, gençliğin ve güzelliğin her şey demek olmadığına dair güçlü bir mesaj veriyor. Ancak bu mesaj, daha geniş bir toplumsal kesimi hedef alsaydı, daha etkili olabilirdi. 

Filmin teknik açıdan da oldukça başarılı olduğunu belirtmek gerek. Sinematografi, özellikle Sue'nun gençliği ve Elizabeth'in yaşlılığı arasındaki zıtlıkları etkili bir şekilde yansıtıyor. Ses tasarımı ise gerilimi artıran unsurlardan biri olarak dikkat çekiyor. Ses efektleri ve sahne geçişleri, filmin atmosferine katkı sağlayarak izleyiciyi ekran başında tutmayı başarıyor. Filmin uzun süresine rağmen, bu teknik başarılar sayesinde izleyici, sahnelere odaklanmaya devam ediyor.

Sonuç olarak The Substance, modern sinemada body horror sevenlerin çok hoşuna gidecek, düşündürücü ve aynı zamanda rahatsız edici bir film. Margaret Qualley ve Demi Moore’un etkileyici performansları, filmin en güçlü yanlarından biri. Ancak filmin toplumsal mesajı, daha geniş bir perspektiften ele alınmış olsaydı, çok daha derin bir etki yaratabilirdi. Yine de, korku severler için unutulmaz sahneler ve etkileyici bir sinematografi sunan bu yapım, türünün öne çıkan filmlerinden biri olmayı başarıyor.

İyi

"The Substance" body horror için unutulmaz sahneler ve etkileyici bir sinematografi sunan, türü seven ve sevmeyen herkesin keyifli vakitler geçireceği bir yapım.

Uglies (2024) Film İncelemesi

Hiç yorum yok

05 Ekim 2024

 "Uglies 2024" filmi, yayınlanmadan birkaç hafta öncesine kadar hiçbir şekilde dikkatimi çekmeyen, tamamen gözümden kaçan bir yapımdı. Netflix'te böyle bir filmin yayınlanacağını görünce, biraz araştırma yapmaya karar verdim. Araştırmalarım sonucunda, bu filmin bir kitap uyarlaması olduğunu öğrendim. Scott Westerfeld tarafından yazılan Uglies serisi, dört kitaptan oluşuyor: Uglies, Pretties, Specials ve Extras. Kitap serisi dünya çapında oldukça popüler olmuş ve geniş bir okuyucu kitlesi edinmiş. 

Seri, insanların doğal hallerinin "çirkin" olarak kabul edildiği ve toplumda bir yere sahip olabilmeleri için estetik ameliyatın zorunlu olduğu bir gelecekte geçiyor. Bu dünyada gençler, 16 yaşına kadar toplumdan dışlanıyorlar ve ameliyat olup "güzel" kabul edilecekleri günü dört gözle bekleyerek yaşıyorlar. Hikâye, 16 yaşına girmeye hazırlanan Tally adlı bir genç kızın etrafında gelişiyor. Konsept, ilk bakışta oldukça dikkat çekici ve ilgi uyandırıcı. Seriyle ilgili daha fazla bilgi edinmek için biraz araştırma yaptım ve Türkçe basımlarının kapaklarını inceledim. Çirkinler kitabının kapağında aslında oldukça güzel bir kız resmi vardı; Güzeller kitabında ise gözleri büyük, uzaylıya benzeyen bir karakter dikkat çekiyordu. Bu, bana toplumun güzellik anlayışının tamamen çarpık bir hale geldiğini düşündürdü. Yani çirkin kabul edilen kişiler aslında oldukça güzelken, güzel kabul edilenlerin estetik ameliyatlarla yapay ve tuhaf bir görünüme kavuşturulduğunu hayal ettim. Ancak filmi izleyince, bu derinlikte bir yorumun filme aktarılmadığını fark ettim. Estetik ameliyat geçiren karakterler, sadece bir TikTok filtresi eklenmiş gibi yüzeysel bir değişime uğramışlardı. Filmi izlerken çoğu kişi böyle düşünmüştür.

Belki ben birkaç kapaktan etkilenip kendi kendimi bir beklentiye soktum ama sonuç olarak bu durum filmde beklediğim kadar derin bir eleştiri bulamamama neden oldu- biraz da hayal kırıklığı yaşadım. Filmin geri kalanında ise, klasik bir genç yetişkin distopyası izliyoruz. Divergent, Maze Runner ve Hunger Games serilerine oldukça benziyor. Hatta bu yapımlarla aynı kaliteye sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu tür filmlerin ortak özelliklerinden biri, genellikle oldukça ilginç bir konsept yaratmaları, fakat bu konsepti ergenlik çağındaki bir ana karakter üzerinden işlemeleri. Böylece geniş bir genç izleyici kitlesine hitap etmeye çalışıyorlar. Elbette bu stratejinin başarılı olup olmadığı tartışılabilir, çünkü kitap serileri ve film uyarlamaları genellikle çok satıyor ve popüler oluyor. Ayrıca, bu tür filmler genellikle tek kitaplık bir hikâyeyi gereğinden fazla uzatarak işliyor.

Filmin başrolünde, Netflix yapımlarında sıkça gördüğümüz Joey King yer alıyor. King’e, Brianne Tju ve Keith Powers gibi oyuncular eşlik ediyor. Özellikle son zamanlarda Türkiye'deki ekstra popülerliğini göz önüne alırsak Joey King hayranları için ilgi çekici bir yapım olabilir.

Filmde aksiyon sahneleri neredeyse yok denecek kadar az. Daha çok bir giriş filmi havasında ve olayların temellerini atmaya yönelik bir anlatı var. Buna rağmen, biraz da olsa CGI'a para harcanmış gibi görünüyor. Özellikle şehirde geçen sahnelerdeki ortamları başarılı buldum. Ancak ormanlık ve okul sahneleri hem mekan olarak hem de atmosfer açısından oldukça kasvetli ve bunaltıcıydı. Gerçi bu, post-apokaliptik bir tür olduğu için kısmen beklenen bir durum. Yine de o tür sahneler sanki hiçbir para harcanmamış ve günü birlik gidip çekilmiş hissi yarattığı için hoşuma gitmiyor. 

Eskiden bu tarz yapımları sinema salonlarında izlediğimizde, ortalama bir prodüksiyon kalitesine ve oyunculuğa sahip olsalar bile, sinematik deneyim sayesinde daha akılda kalıcı oluyorlardı. Sinema atmosferi, filmin eksik yönlerini bir nebze telafi edebiliyordu. Fakat "Uglies" bir Netflix filmi olduğu için, o sinema deneyimi de işin içine girmiyor. Dolayısıyla filmi izledikten birkaç gün ya da en fazla bir hafta sonra hafızanızdan tamamen silinebilecek türden bir yapım.

Sonuç olarak, "Uglies 2024" ilginç bir çıkış noktasına sahip olsa da ortalama bir film olmanın ötesine  geçemiyor. Ayrıca böyle bir konudan beklenebilecek derin bir toplumsal eleştiri için de biraz yüzeysel kalıyor. Yine de distopik gençlik hikayelerini sevenler için, belki de kitap serisini okumuş olanlar için izlenebilir bir seçenek olabilir. Eğer daha önce Divergent ya da Hunger Games tarzında filmleri sevdiyseniz ve hala bu tarz distopik gençliklere doymadıysanız "Uglies" de bu tarzda sizi kısa süreliğine oyalayabilecek bir yapım olabilir.

Eh İşte

"Uglies" ilginç bir çıkış noktasına sahip olsa da bir hafta sonra tamamen unutacağınız ortalama bir film olmanın ötesine geçemiyor.

Antagonist nedir?

Hiç yorum yok

09 Haziran 2024

Antagonist, bir hikayede genellikle ana karakterin (protagonist) karşısında duran ve onun hedeflerine veya eylemlerine engel olmaya çalışan kişidir. Bu karakter, hikayenin çatışma ve dramatik gerilimini artırarak önemli bir rol oynar. Antagonistler, genellikle kötü niyetli olup ana kahramanı alt etmek için çeşitli hileler ve şiddet yöntemlerine başvururlar.

Türk Dil Kurumu'na (TDK) göre, 'antagonist' kelimesi 'düşman' anlamına gelir. Bu terim, Yunanca kökenlidir ve ilk olarak Aristoteles'in 'Poetika' adlı eserinde kullanılmıştır. Aristoteles, Yunan tragedyalarında baş karakterin karşısında yer alan düşman karakterleri tanımlamak için bu terimi kullanmıştır.

Sinemada, Joker, Thanos, Darth Vader ve Davy Jones gibi karakterler, antagonist örnekleri arasında sayılabilir. Edebiyat alanında ise 'Faust' ve 'Times Arrow' gibi eserlerdeki bazı karakterler antagonist olarak gösterilebilir.

Antagonistler sadece kötülükle sınırlı değildir; bazen protagonist ile farklı ahlaki veya ideolojik bakış açılarına sahip olabilirler. Örneğin, bazı hikayelerde antagonist karakterler, kendi doğruları ve değerleri doğrultusunda hareket ederek karmaşık ve çok boyutlu bir yapıya sahip olabilirler. Bu, hikayeye derinlik katar ve izleyicilerin veya okuyucuların karakterlerle daha fazla bağ kurmasını sağlar. Ayrıca, antagonistlerin motivasyonları ve arka plan hikayeleri, onların neden belirli davranışlarda bulunduklarını anlamamıza yardımcı olur, bu da hikayeye gerçekçilik ve zenginlik katabilir.

Disney, Oyuncak Hikayesi 2'yi "Kurtaran" Pixar Çalışanını İşten Çıkardı

Hiç yorum yok

05 Haziran 2023

Disney, Pixar animasyon stüdyosunda 75 çalışanını işten çıkaracağını duyurdu. 23 Mayıs'ta gerçekleşen bu işten çıkarmalar, Disney'nin daha büyük bir yapılandırma çabasının bir parçası olarak gerçekleştirilen bu hareket şirketin 5,5 milyar dolar tasarruf etmesini sağlayacak.

İşten çıkarılanlar arasında geçen yaz vizyona giren "Lightyear"ın birkaç yöneticisi de bulunuyor. Bu kişiler arasında film yönetmeni Angus MacLane ve yapımcı Galyn Susman da yer alıyor.



Susman'ın işten çıkarılması, Disney hayranları için oldukça şaşırtıcı oldu çünkü kendisi, "Toy Story 2"yi tamamen kaybetmekten gerçek anlamda kurtaran kişi olarak biliniyor. 1998 yılında filmin yapımı sırasında, o ana kadar yapılan tüm çalışma, Pixar'ın iç sunucularındaki bir silme komutu nedeniyle neredeyse kaybediliyordu. O dönemde doğum izninde olan ve uzaktan çalışan Susman'ın ev bilgisayarında filmin yedek bir kopyası bulunuyordu, bu da Pixar'ın neredeyse her şeyi geri kazanmasını sağladı.

Hollywood tarihindeki önemli anlardan olan bu  hikaye hakkında bir kısa film yapıldı ve devam filminin DVD sürümüne eklendi.

MacLane ve Susman'ın yanı sıra, Pixar'ın dünya çapındaki kamuoyu başkanı Michael Agulnek de işten çıkarıldı.

Bu işten çıkarmalar, Pixar'ın bazı zorluklarla karşı karşıya olduğu bir döneme denk geliyor. Stüdyonun son iki filmi olan "Lightyear" ve "Turning Red" gişede beklenenin altında performans gösterdi. Pixar ayrıca DreamWorks Animation ve Sony Pictures Animation gibi diğer animasyon stüdyolarından gelen artan rekabetle karşı karşıya.

Bu zorluklara rağmen, diğer tüm animasyon stüdyolarından daha fazla olmak üzere 23 Akademi Ödülü kazanan Pixar hala dünyanın en başarılı animasyon stüdyolarından biri olarak kabul ediliyor.


Barbie, dünya çapında pembe boya kıtlığına neden oldu

Hiç yorum yok

04 Haziran 2023

Greta Gerwig'in yönettiği ve Margot Robbie ile Ryan Gosling'in başrollerini paylaştığı yaklaşan canlı aksiyon Barbie filmi, dünya çapında pembe boya kıtlığına neden oldu.

Yapım tasarımcısı Sarah Greenwood, Architectural Digest röportajında, filmin setinin bu kadar çok pembe boya gerektirdiğini ve bu durumun küresel kaynakları tükettiğini belirtti. 

Filmin parlak pembe estetiği açıkça ikonik Barbie bebekten esinlenmiş olsa da, Gerwig, aynı zamanda "gerçeküstü ve rüya gibi" bir dünya yaratmak istediğini söyledi. 

Yönetmen koltuğunda oturan Gerwig; "Pembenin çok parlak olmasını ve her şeyin neredeyse fazla fazla olmasını istedim. Küçük bir kızken Barbie'lerle oynarken hissettiğim merak ve olasılık duygusunu yakalamak istedim." dedi. 


Margot Robbie ve Ryan Gosling'in yanı sıra, Will Ferrell, America Ferrera, Michael Cera ve Helen Mirren gibi oyuncuların da yer aldığı film 21 Temmuz'da vizyona girecek.

Yayınlanan yeni fragmanda, Barbie'nin Barbieland'da görünüşte mükemmel bir hayat yaşadığı gösteriliyor. Güzel bir evi, sevgi dolu bir erkek arkadaşı ve başarılı bir kariyeri var. Ancak, kısa süre sonra hayatının gerçekten mükemmel olup olmadığını sorgulamaya başlıyor.

Bir dizi olayın ardından, Barbie, Barbieland'dan ayrılmaya ve gerçek dünyaya adım atmaya karar veriyor. Ken de ona katılıyor ve birlikte keşif dolu bir yolculuğa çıkıyorlar.

Fragmanda ayrıca Ferrell, Ferrera, Cera ve Mirren'in sahneleri de yer alıyor. 

Bu yaz ailecek izlemek için eğlenceli bir film arıyorsanız, Barbie filmine göz atmanızda fayda var.

Oppenheimer, Nolan'ın 20 yıl sonraki ilk "18+" filmi olacak

Hiç yorum yok

02 Haziran 2023

Christopher Nolan'un yeni filmi Oppenheimer'ın, 20 yıldan uzun bir süre sonra çıkacak olan ilk R-rated (17 yaş ve altı izleyiciler için ebeveyn veya yetişkin gözetimi gerektiren) filmi olacağı ortaya çıktı.

Oppenheimer, Kai Bird ve Martin J. Sherwin'in 2005 yılında yayınlanan American Prometheus adlı romanından uyarlanıyor. Film, gerçek hayatta yaşamış olan fizikçi J. Robert Oppenheimer'ın İkinci Dünya Savaşı sırasında dünyanın ilk atom bombasını yapma sürecini konu alıyor. Cillian Murphy, baş karakter J. Robert Oppenheimer'ı canlandırırken, filmde Emily Blunt da eşi Kitty rolünde yer alacak. Matt Damon, Robert Downey Jr., Florence Pugh, Rami Malek ve Jack Quaid gibi birbirinden yetenekli oyuncular da filmde yer alacak.


Christopher Nolan'ın bugüne kadar çektiği en uzun film olacak olan Oppenheimer, üç saatlik bir gösterim süresine sahip olacak. Bu da yönetmenin 2014 yapımı Interstellar filminden daha uzun bir süreye tekabül ediyor. Fragmanlardan gördüğümüz kadarıyla da filmde gerilim ve tansiyon hiç düşmeyecek ve seyircileri soluksuz bir deneyime sürükleyecek.

R-rated derecelendirme, genellikle ABD sinemasında kullanılan bir terim olup, 17 yaş ve altı izleyicilerin yanlarında bir ebeveyn veya yetişkin bir koruyucu bulundurması gerektiği anlamına geliyor. Türkiye'deki karşılığı ise genellikle "18+" ya da "yetişkinlere yönelik" olarak ifade edilir. İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerinde ise bu derecelendirme sistemi yaklaşık olarak 15 yaş sınırı denk geliyor. Yani, Oppenheimer'ı izlemek isteyen 15 yaşından küçük izleyicilerin ebeveynleriyle birlikte dahi olsalar sinema salonlarına giriş yapmaları mümkün olmayacak.
© all rights reserved
made with by templateszoo