Mitoloji sevenler buraya! "Türk Mitoloji ve Destanlarında Tanrılar" çıktı!
SATIN AL
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Amerika Birleşik Devletleri Meksika-Amerika Savaşı'nı neden başlattı?

Hiç yorum yok

05 Kasım 2024

1846 yılında Amerika Birleşik Devletleri ile Meksika arasında, sınır anlaşmazlığı ve toprak talepleri nedeniyle büyük bir savaş patlak verdi. Bu savaşın çıkış nedeni, ABD’nin Meksika sınırını ihlal ettiğini ileri sürmesi ve Meksikalı askerlerin Amerikan askerlerine ateş açtığını iddia etmesiydi. Bu olay, Teksas’ın ABD tarafından ilhak edilmesi sonrasında yaşanan sınır belirsizliğiyle daha da karmaşık hale gelmişti. ABD, Teksas'ın yanı sıra, Meksika'nın Kaliforniya ve New Mexico toprakları üzerinde de hak iddia ediyordu. Meksika ise bu iddialara karşı çıkarak, sınırın daha güneyde Nueces Nehri boyunca olması gerektiğini savunuyordu.

Polk ve ABD’nin Batıya Doğru Genişleme İsteği

ABD Başkanı James Polk, uzun zamandır Meksika'nın batısındaki topraklara göz dikmiş durumdaydı. Amerikan kamuoyunda "Kader Manifestosu" (Manifest Destiny) olarak bilinen, kıtanın batıya doğru genişletilmesi gerektiğine dair bir inanç vardı. Bu ideal, Amerikan hükümetinin politikalarına yön vermişti ve Polk, bu genişleme hedefine ulaşmak için Meksika ile savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Polk'un amacı, ABD’nin sınırlarını Pasifik Okyanusu'na kadar genişleterek, yeni ticaret fırsatları ve doğal kaynaklara ulaşmaktı.

ABD Kongresi, 1846 Mayıs ayında savaş ilan ederek Polk'un genişleme politikasını destekledi. Bu savaş, Meksika'nın egemenlik haklarına yönelik bir tehdit olarak görülse de ABD kamuoyunun büyük kısmı, Polk'un "saldırıya uğrayan" taraf olduğu iddiasını kabul etti.

ABD’nin Meksika’yı İşgali ve Savaşın Gelişimi

ABD, sınır bölgesine General Zachary Taylor komutasında büyük bir ordu gönderdi ve bu adım savaşın fitilini ateşledi. Meksika ordusunun Amerikalı askerlere ateş açmasıyla gerilim iyice tırmandı. Polk, bu olayı halkın desteğini almak için kullanarak, Meksika'nın saldırgan bir ülke olduğu propagandasını yaptı. Savaş ilanıyla birlikte ABD, Meksika topraklarına hızlı bir ilerleme başlattı ve çok sayıda savaşta zafer kazandı. Savaş süreci boyunca Meksika, askeri olarak zor durumda kaldı ve ABD’ye karşı koymakta zorlandı.

ABD'nin Diplomatik Girişimleri ve John Slidell'in Görevi

Savaştan önce, Polk, Meksika ile toprak anlaşmazlıklarını çözmek amacıyla Kongre üyesi John Slidell'i diplomatik bir görevle Meksika'ya göndermişti. Slidell’in görevi, Meksika topraklarını satın almak için pazarlık yapmaktı, ancak Meksika hükümeti, bu teklifi egemenliklerine bir tehdit olarak gördüğü için müzakere etmeyi reddetti. Diplomasi yoluyla başarısız olan Polk, askeri müdahaleyi zorunlu bir çözüm olarak görmeye başladı.

ABD, Meksika topraklarını ele geçirmeyi başaramadığı diplomatik çabaların ardından, Teksas’ın bağımsızlığını tanıyan bir anlaşmaya varmak ve sınırlarını genişletmek için savaşın gerekliliğini savundu. ABD kamuoyu başlangıçta savaşın kaçınılmaz olduğuna inanıyordu; ancak savaş uzadıkça, Polk’un asıl amacının toprak elde etmek olduğu yönündeki eleştiriler artmaya başladı.

Meksika Savaşı’nın Sonuçları ve Guadalupe Hidalgo Antlaşması

Savaş, iki yıl süren yoğun çatışmaların ardından 1848 yılında Guadalupe Hidalgo Antlaşması ile sona erdi. Bu antlaşmaya göre, Meksika, ABD’ye Teksas’ın yanı sıra Kaliforniya ve New Mexico bölgelerini de devretmek zorunda kaldı. ABD, bu büyük toprak kazanımıyla kıtadaki varlığını önemli ölçüde genişletti. Savaş, ABD'nin Latin Amerika üzerindeki nüfuzunu arttırırken, Meksika için büyük bir toprak kaybı ve ekonomik yıkım anlamına geliyordu.

Sonuç olarak, Amerikan kamuoyunda genişlemeye yönelik büyük bir istek ve Polk’un liderliğiyle Meksika’ya karşı yürütülen savaş, ABD’nin batıya doğru yayılma politikasının en somut örneklerinden biri olarak tarihe geçti.

İkinci Dalga Feminist Hareket Nedir? Geçmişten Günümüze Feminist Hareketler

Hiç yorum yok

29 Mayıs 2024

Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitliği arayışında olan bir ideoloji ve harekettir. Tarihsel olarak üç ana dalgaya ayrılan bu hareket, kadınların sosyal, siyasal ve ekonomik haklarını savunmak için ortaya çıkmıştır. 

19. Yüzyılın Ortalarından Günümüze: Feminizmin Evrimi


İlk Dalga Feminist Hareket, 19. yüzyılın ortalarında başlayarak kadınların oy hakkı elde etmesiyle zirveye ulaştı. Bu dönem, kadınların toplumsal yaşamdaki varlığını güçlendiren ve onlara siyasi bir ses kazandıran önemli bir dönemeç oldu. 1950'lerin sonlarına doğru başlayan İkinci Dalga Feminizm ise, kadınların iş gücündeki yerini ve eşit haklarını ön plana çıkardı. Bu dönemde, kadınlar sadece ev içi rollerle sınırlı olmadıklarını, iş ve toplum hayatında da aktif roller üstlenebileceklerini gösterdiler. Üçüncü Dalga Feminizm ise daha belirsiz ve tanımlanmamış bir dönemi ifade eder. 1990'ların başında, Anita Hill'in Senato Yargı Duruşmaları sırasındaki ifadeleri ve "riot grrl" müzik hareketi ile başlayan bu dalga, kesişimsellik kavramını benimseyerek trans hakları gibi daha geniş bir yelpazede konuları ele aldı. 

Feminizmin Dönüm Noktaları ve Etkileri


İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem, kadınların iş gücündeki varlığının arttığı ve feminist hareketin yeni bir ivme kazandığı bir dönem oldu. Savaş yıllarında, kadınlar erkeklerin savaşa katılmasıyla boşalan iş pozisyonlarını doldurarak ekonomiye önemli katkılarda bulundular. Savaş sonrasında ise, kadınlar savaş sırasında üstlendikleri rollerin önemini ve eşit haklara sahip olma gerekliliğini vurguladılar. 1950'lerin sonları ve 1960'ların başlarında, toplumsal yapıları sorgulayan hareketler ortaya çıktı. Bu dönemde, sivil haklar hareketi ve iş yerindeki ayrımcılığa karşı çıkan sesler yükseldi. Kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitliği için daha fazla farkındalık yaratmaya ve değişim talep etmeye başladı. 


Kadın Hareketinin Öncüleri ve Etkileri


Simone de Beauvoir'ın 1949'da yayımlanan "The Second Sex" adlı eseri, toplumun kadınları nasıl algıladığını ve onlara biçtiği rolleri sorgulayan çığır açan bir çalışma oldu. Beauvoir, cinsiyet rollerinin öğrenildiğini ve toplum tarafından kadınlara dayatıldığını vurguladı. Betty Friedan ise, 1963'te "The Feminine Mystique" adlı kitabıyla, beyaz, orta sınıf aile hayatı ve annelik ideallerini sorguladı. Friedan, kadınların ev içi yaşamda hissettikleri mutsuzluğu ve boğulmuşluk duygusunu dile getirdi ve 1950'lerin ideallerinin kadınların çıkarlarına uygun olup olmadığını sorguladı. 

Sonuç olarak Feminizm, tarihin her döneminde farklı şekillerde kendini göstermiş ve toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmiştir. Bugün de bu mücadele, daha adil ve eşit bir dünya yaratma hedefiyle devam etmektedir. Kadınların seslerini yükselttiği ve haklarını savunduğu bu hareket, gelecekte de toplumsal değişimin önemli bir parçası olmaya devam edecektir.

Döngüsel Tarih Teorisi nedir? İnsanlık Tarihinin Tekerrür Eden Bir Geçmiş mi?

Hiç yorum yok

08 Kasım 2023

Tarihsel döngü teorisi, insanlık tarihinin belirli aralıklarla tekrar eden kalıpları olduğunu savunan bir yaklaşımdır. Bu teori, öncelikle Hint mitolojilerinde görülmüş ve daha sonra İslam dünyasının önemli düşünürlerinden biri olan İbn Haldun tarafından daha sistematik bir şekilde ele alınmıştır. İbn Haldun'un bu teoriye getirdiği önemli katkılardan biri, tarihsel olayların sadece bir yineleme olmadığı, aynı zamanda uygarlıkların belirli kaderlerindeki benzerliklere işaret ettiğiydi. Ona göre, her uygarlık, bir insan gibi doğar, büyür ve ölür, ancak bu ölüm tarihsel bir olay değil, uygarlıkların benzer bir kaderi paylaşması anlamında ele alınır.

Spengler ve Döngüselliğin Derinleştirilmesi


Daha sonra Alman filozof Oswald Spengler, bu teoriyi daha da derinleştirerek uygarlıkların mevsimlere benzediğini iddia etti. Spengler'e göre, uygarlıklar bir mevsim gibi doğar, olgunlaşır, çöker ve ardından yeni bir uygarlık doğar. Ancak bu yaklaşım, Spengler'in dönemin Avrupa'sını antik Yunan dünyasına benzetmesiyle daha da karmaşık hale geldi. Spengler, tarihin döngüsel olmasını, uygarlıkların doğumundan ölümüne kadar olan süreci içeren büyük bir sezon dizisi olarak düşünmüştür. Ancak, Spengler bu döngünün belirli bir süreyle sınırlı olduğunu öne sürmüş ve bu sürenin yaklaşık 2100 yıl olduğunu iddia etmiştir.



Toynbee ve Daha Uzun Süreli Döngüler


Arnold J. Toynbee, Spengler'in döngüsünü daha da genişletti ve yaklaşık 2350 yıla kadar uzandı. Toynbee, bu teoriyi özellikle coğrafi ve kültürel açıdan daha geniş bir perspektife taşıdı. Ayrıca, tarihsel döngüselliğin ötesine geçerek, tarihsel olayları daha büyük bir tarihsel çerçeve içinde ele aldı. Toynbee'nin bu yaklaşımı, tarihsel döngülerin daha geniş bağlamlar içinde anlaşılmasına yardımcı oldu.

Sorokin ve Coğrafi Genişlemenin Rolü


Pitirim Sorokin, coğrafi olarak daha geniş bir etkileşim alanını döngüsel modeline dahil ederek bu teoriyi daha da geliştirdi. Özellikle Rusya'nın dahil edilmesi, bu teorinin daha sağlam bir temele oturmasını sağladı. Sorokin'e göre, coğrafi keşifler ve kolonializm, etkileşim alanının genişlemesine yol açtı ve bu, her devletin kendisinin batısındaki devletin karakterine büründüğü bir süreci işaret etti. Bu, döngüsel tarihin sadece belli bir coğrafi bölgede değil, genişlemiş bir etkileşim alanında gerçekleştiği fikrini destekledi.

Bugünün Döngüselliği


Günümüzdeki tarihsel olayların bu döngüsel modele nasıl uyduğunu anlamak önemlidir. 2016 yılına dair yaklaşık bir referans verildiğinde, özellikle günümüzün etkileşim alanının ne olduğunu ve hangi tarihsel döneme karşılık geldiğini belirtmek önemlidir. Ayrıca, döngüsel modelin bugünün dünyasına nasıl uygulandığını ve hangi dönemlerle benzerlikler taşıdığını açıklamak gerekir.

Sonuç olarak döngüsel tarihin incelenmesi, tarihin periyodik olarak tekrar eden örüntülere sahip olduğu fikrini savunan birçok düşünürün katkılarına dayanmaktadır. Bu teoriler, tarihin derinlemesine anlaşılmasına katkıda bulunabilir ve geleceğe dair daha fazla anlayış geliştirmemize yardımcı olabilir. Ancak, bu teorilerin eleştirel bir şekilde değerlendirilmesi ve güncellenmesi önemlidir.


Kaynaklar:

İbn Haldun. "Mukaddime: İktisadi ve İçtimai Bilimler İçin Bir Giriş." (Çeviri: Kemal Bayram). Dergâh Yayınları, 2013.

Spengler, Oswald. "The Decline of the West." (Çeviri: Charles Francis Atkinson). Vintage, 2006.

Toynbee, Arnold J. "A Study of History." Oxford University Press, 1947.

Sorokin, Pitirim. "Social and Cultural Dynamics: A Study of Change in Major Systems of Art, Truth, Ethics, Law, and Social Relationships." Transaction Publishers, 2002.

Cate Blanchett, iptal kültürünün topluma zarar verdiğini söyledi

Hiç yorum yok

16 Şubat 2023

Yakın zamanda yapılan bir röportajda Cate Blanchett, iptal kültürünün toplum üzerindeki olumsuz etkisine ilişkin endişesini dile getirdi. Bu röportajında ünlü aktör, aynı hataların tekrarlanmaması için yaratıldıkları bağlamı anlamamız gerektiğinden, tartışmalı veya sorunlu içerikler içerseler bile eski kitapları okumaktan, eski filmleri izlemekten veya tarihi olayları incelemekten kaçınmamamız gerektiğini savundu.

Blanchett, büyük sanat eserleri yaratan ancak kişisel hayatı günümüz standartlarına göre son derece sorunlu kabul edilen sanatçı Picasso örneğini vererek onun sanatını hâlâ takdir etmemiz ve sağlıklı eleştirinin önemini kabul etmemiz gerektiğini söyledi.

Blanchett'in son filmi TÁR'de manipülasyon ve tacizle suçlanan ünlü bir orkestra şefini oynuyor. Ünlü aktör, son filmi hakkında bir dizi eleştiriyle karşı karşıya kaldı. Filmin gösterime girmesinin ardından başrol kadın şef Marin Alsop, filmi "kadın karşıtı" olarak nitelendirdi.


Ancak Blanchett, Ocak ayında BBC Radio 4'e konuşurken Alsop'un yorumlarına yanıt verdi. Blanchett, Alsop'a "son derece saygı duyduğunu" ancak filmin aslında "gücün yozlaştırıcı doğası" hakkında olduğunu söyledi. Oyuncu yaptığı açıklamada "Bence kişinin cinsiyeti ne olursa olsun gücün yozlaştırıcı bir güç olduğunu düşünüyorum. Hepimizi etkilediğini düşünüyorum.” dedi.

Bununla birlikte Blanchett, filmin toplumsal güç meselesini ve cinsiyetten bağımsız olarak bireyler üzerinde sahip olabileceği yozlaştırıcı doğayı ele aldığını savundu. Blanchett, bu tür hikayelerden öğrenebileceğimize ve bugün karşılaştığımız varoluşsal zorluklarla yüzleşmek için bunları kullanabileceğimize inanıyor.

Tarihin en yaşlı seri katili olan Sırp büyükanne, Baba Anuyka'nın hikayesi

Hiç yorum yok

03 Mayıs 2022

Baba Anuyka olarak bilinen Anna Draksin, zehirli bitkiler ile cıva ve arseniği karıştırarak "aşk iksirleri" yapan siyah başörtülü ve siyah elbiseli yaşlı bir kadındır. Bu yaşlı kadın, tarihin en korkunç seri katillerinden biri olarak kabul edilmektedir.



Baba Anuyka , kadınlara “aşk iksiri” satan siyahlar içinde yaşlı bir kadındır. Bu iksirler ile aile hayatındaki sorunları çözdüğünü iddia etmesine rağmen aslında içinde zehir bulunan iksirler hazırlıyordu.

Draksin, 20 yaşında, gösterişli bir Avusturyalı subay tarafından baştan çıkarıldıktan sonra erkeklerden nefret etmeye başladı. İkili arasındaki ilişki uzun sürmedi: Subay kadını kırık bir kalp ve frengiden başka birşey vermedi. Bu olayın ardından Draxin, tıp ve kimyaya ilgi duymaya başladı. Bir süre sonra tekrar evlenmesi üzerine bir süre bu işlerle uğraşmayı bıraktı. 20 yıllık bir evlilikten sonra kocası öldü. Draksin, kocasının ölümünden sonra Sırbistan'ın Vladimirovac köyünde bir laboratuvar kurdu ve çalışmalarına tekrardan başladı.

Yaşlı kadın kısa sürede şifacı ve bitki uzmanı olarak yaşadığı yerde ün kazandı. Genelde kocalarından şikayetçi olan kadınlara yardım ediyor ve kötü koca ve babaların ölmesini sağlıyordu. Draksin her zaman kurbanın kilosunu soruyordu. Kilosunu öğrendiği için insanları öldürecek arsenik dozunu net bir şekilde hesaplayabiliyordu. Büyükanne ayrıca gençlerin ordudan kaçmalarına da yardım ediyordu. Bu kişileri onlara onları öldürmeyen, ancak hizmet için uygun olmamalarını sağlayacak belirli bir doz zehir veriyordu.

Arsenik ve cıvayı karıştırarak "aşk iksirleri" hazırlıyordu



Bazı haberlere göre, kadın yakalanmadan önce 50 ila 150 kişiyi öldürdü . Gerçek şu ki, kurbanlarının eşleri her zaman otopsi yapmayı reddetti. O zamanlar, orta yaşlı bir adamın görünürde bir sebep olmaksızın öylece ölebilmesi hiç de şaşırtıcı değildi.

Anuika işi büyütmeye karar verdiğinde ölümcül bir hata yaptı. Büyükanne, Lyubina Milankova adında bir asistan tuttu. Bir noktada, asistan kocalardan birinin dozajını karıştırdı. Adam ölmeden önce hastaneye ulaşmayı başardı.

Aynı zamanda, arka arkaya iki zengin kocayı öldüren Anuika'nın düzenli müşterilerinden biri polis tarafından yakalandı. Kadın sorguya çekildi ve her şey için yaşlı kadını suçladı.

Anna Draksin için ilk duruşma 1914'te gerçekleşti. Draksin bu duruşmanın ardından beraat etti. 1929'da kadın zaten 90 yaşındayken ikinci kez tutuklandı. Savcılık idam cezası verilmesini talep etti, ancak mahkeme onu 15 yıl (yaşlılığı nedeniyle ömür boyu hapis) cezasına çarptırdı. Draksin, sadece sekiz yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı ve iki yıl sonra öldü.

Kaynak: https://www.popmech.ru/popmem/704063-posmotrite-kak-by-vyglyadel-internet-esli-by-on-stal-kartoy-mira/

© all rights reserved
made with by templateszoo